Martin Scorsese’nin 1967 yapımı, ilk uzun metraj filmi olan “Who’s That Knocking at My Door” Türkçe adı ile “Kapımı Çalan Kim” filmi, Amerikan bağımsız sinemasının, yeni döneminin başlangıç filmlerindendir. Henüz 25 yaşındayken New York Üniversitesi’nde sinema öğrencisiyken çektiği bu film, Martin Scorsese’nin ilerleyen yıllarda şekillenecek, tüm temalarının küçük birer provası gibidir. Taxi Driver, Mean Streets ve Raging Bull gibi filmlerinin temelleri, aslında bu küçük, siyah-beyaz, düşük bütçeli filmde atılmıştır. Filmin oyuncu kadrosunda; Zina Bethune, Harvey Keitel, Ann Collette, Lennard Kuras, Michael Scala, Harry Northup, Tuai Yu-Lan, Saskia Holleman ve Bill Minkin gibi oyuncular rol almışlardır.
Film de, New York’ta yaşayan, genç İtalyan asıllı Amerikalı J.R.’ın (Harvey Keitel) hikayesi anlatılmıştır. J.R. sokaklarda arkadaşlarıyla vakit geçiren, kadınlar üzerine cinsiyetçi şakalar yapan, Katolik inancına bağlı bir gençtir. Bir gün bir feribot yolculuğunda bir kadınla (Zina Bethune) tanışır. Bu kadın J.R.’ın dünyasından çok
farklıdır. Edebiyat, sinema ve entelektüel konuşmalardan hoşlanır. İkili arasında masum bir aşk başlar. Hatta J.R. onunla evlenmeyi düşünmeye başlar. Ancak J.R.’nin Katolik yetiştirilmesinin ve mahallesinin katı ahlak anlayışının gölgesi, bu ilişkiyi yavaş yavaş karanlığa çeker. Kadın geçmişte cinsel saldırıya uğradığını itiraf ettiğinde ise, J.R.’ın tüm dünyası altüst olur. Onun gözünde artık “masum” değildir.
Kadın karakter, J.R.’ın inanç, ahlak ve sevgi anlayışını sorgulamasına neden olur. Onun varlığı, J.R.’ın kendi ikiyüzlülüğüyle yüzleşmesini sağlar. Fakat J.R. bu yüzleşmeden geçemez. Filmin sonunda kız uzaklaşır, J.R. ise kendi suçluluğu ve saplantılarıyla baş başa kalır.
Filmdeki karakter yapılarından bahsedersek; Harvey Keitel’ın canlandırdığı J.R. karakteri, filmin merkezinde yer alan karakterdir. Dindar, tutkulu, dürüst olmaya çalışan, ama kendi inanç sisteminin ağırlığı altında da ezilen bir gençtir. J.R., Martin Scorsese’nin daha sonra “Mean Streets”te Harvey Keitel üzerinden yeniden yarattığı Charlie karakterinin erken bir versiyonu gibidir. Bir önceki yazımda yazdığım filmi olan, Mean Streets filmindeki gibi bu filminde de, benzer şekilde dini vicdanıyla sokak hayatı arasında kalan bir karakter yaratılmıştır. Zina Bethune'nin canlandırdığı ismi verilmeyen kadın karakteri ise, 1960’ların yükselen kadın kimliğinin bir temsilcisi gibidir. Artık yalnızca erkeğin yanında değil, kendi fikirleriyle var olan bir kadın tipidir. J.R.’ın çevresindeki kadınlardan çok farklıdır. Sinemayı, edebiyatı ve sanatı seven birisidir. J.R.’nin Arkadaşları da arka planda kalan, ama yönetmen Martin Scorsese’nin, New York’un mahalle kültürüne dair gözlemlerini yansıtan karakterlerdir. Onlar sokaklarda dolaşırlar, kadınlar hakkında konuşurlar, kavga eder, şakalaşırlar. Bu arkadaş çevresi, J.R.’nin kendi duygusal çıkmazından kaçtığı stres attığı bir alandır.
Film için, temelde bir tür günah, suçluluk ve Katolik inançla hesaplaşma filmidir diyebiliriz. Martin Scorsese, bu filmde bireyin dini kimliğiyle duygusal olarak, kişisel arzuları arasındaki çatışmayı ele almıştır. J.R.’nin yaşadığı ahlaki kriz, aslında yönetmenin kendi gençliğindeki ruhsal çalkantıların bir yansıması gibidir. Kızın sessizliği ve olgunluğu, J.R.’ın içsel karmaşasının tam tersidir. Bu kontrast da, Martin Scorsese’nin sonraki filmlerinde de göreceğimiz bir dengeyi gösterir. Erkek karakterler bağırır, dövüşür, günah çıkarır; kadın karakterler ise sessiz ama derin bir gerçekliği temsil ederler. Martin Scorsese burada kadın karakteri bir sembole dönüştürmeden anlatmaya çalışmıştır. Onu hem kırılgan hem de güçlü bir insan olarak göstermiştir. Bu yüzdende kadın, kendi geçmişini taşıyabilen, ama bu yüzden de yargılanan bir kişidir. J.R.’ın dünyasında bu kimlik kolayca kabul göremez. Onun gözünde kadın, ya evlenilecek kadar saf ya da eğlenilecek kadar günahkar olabilir.
İkisinin ortası yoktur. Bu açıdan film, yalnızca J.R.’ın değil, bütün bir erkek toplumunun kadın anlayışına bir eleştiridir. Ayrıca film, New York’un kenar mahallelerindeki Katolik İtalyan topluluğunun, içine doğmuş genç erkeklerin kimlik bunalımına da ışık tutmuştur. Martin Scorsese, bu dünyayı içeriden tanır; çünkü bizzat oradan gelmiştir. Bu yüzden filmdeki diyaloglar, jestler, argo konuşmalar ve küçük kilise detayları, büyük bir gerçeklik taşımaktadır.
Who’s That Knocking at My Door filmi onun ilk filmi olmasından öte; aynı zamanda sonraki filmlerinde de göreceğimiz sinemasal anlatısının da başlangıç noktası olmuştur. Burada anlatılan aşk hikâyesi, yüzeyde basit gibi görünse de, altında bir toplumun, bir inanç sisteminin ve bir kimliğin sancılarını taşımaktadır. Filmle ilgili bir ayrıntı daha vererek bitirecek olursam; film Martin Scorsese’nin ilk filmi olduğu gibi Harvey Keitel’ın’da ilk filmidir. İyi seyirler…