Martin Scorsese'nin 1990 yapımı Goodfellas, Türkçe adı ile Sıkı Dostlar filmi, sinema tarihinin en etkili ve çarpıcı suç ve mafya filmlerinden biridir. Film, Nicholas Pileggi'nin kitabından uyarlanmıştır ve gerçek bir hikayeye dayanmaktadır. Filmin yönetmeni Martin Scorsese, bu filmde Amerika’daki İtalyan mafyasının içine doğrudan bir bakışla; sadece suç dünyasındaki yaşamlara değil, aynı zamanda şatafata, sadakate ve ihanete giden yolları da çarpıcı bir üslupla gözler önüne sermek istemiştir. Amerikan rüyasının karanlık taraflarını gösteren film, sadece bir gangster filmi olmayıp aynı zamanda, aidiyet arayışının, gücün, hatta güç sarhoşluğunun ve yıkımın hikayesidir diyebiliriz. İçeriksel olarak, karakter derinliği ve teknik kusursuzluğuyla da yönetmen Martin Scorsese'nin sinemasında önemli bir yerde durmaktadır.

Film, Henry Hill isimli yarı İrlandalı yarı İtalyan bir çocuğun gözünden anlatılır. 1950’lerde Brooklyn’de yoksul bir mahallede başlayan hikaye, Henry’nin mafya dünyasına duyduğu hayranlıkla başlar. Kısa sürede yerel mafya babası Paulie Cicero’nun adamlarıyla çalışmaya başlar. Böylece Henry, Jimmy Conway ve Tommy DeVito ile tanışır. Üçlü zamanla birlikte soygunlara karışır, insanları sindirir, lüks içinde yaşarlar; fakat bu hayatın bir bedeli olduğunu da ağır şekilde öğrenirler.

Filmin çatısı, Henry'nin suç dünyasında yükselişi, evliliği, tutarsız yaşam tarzı ve nihayetinde FBI ile iş birliği yaparak eski dostlarına ihanet etmesi üzerine kuruludur. Hikaye 1950'lerden 1980'lerin başına kadar uzanırken, karakterler de zamanla değişir, bozulur, çöker. Özellikle Tommy'nin şiddet tutkusu, Jimmy'nin paranoyaklaşması ve Henry’nin uyuşturucu batağına saplanması bu çöküşün kilometre taşlarıdır.

Filmde, aslında mafyanın içyüzü anlatılırken, ana tema olarak temelde “sadakat” kavramı masaya yatırılmak istenmiştir. Filmdeki bu ilişkide dostluklar, çıkar ilişkilerine ve güç dengesine bağlıdır. Henry, Jimmy ve Tommy, başlangıçta sıkı dostlardır, fakat suç dünyasında gerçek dostluklar yoktur; ihanet, şiddet ve paranoya kaçınılmazdır. Film aynı zamanda Amerikan rüyasının çarpıtılmış bir versiyonunu gibidir de. Yoksul bir çocuk olarak başlayan Henry, yasa dışı yollarla zenginliğe ulaşır, ama bu başarının sürdürülebilir olmadığı açıkça gösterilir. Güç ve para sarhoşluk yaratır; sadakat yerini ihanete, lüks de yerini yalnızlığa bırakır. Martin Scorsese burada klasik yükseliş ve düşüş hikâyesini, neredeyse belgesel bir anlatımla, sahici karakterler ve enerjik bir kurguyla bezeyerek anlatmıştır. Şiddet sahneleri de doğal, süslenmeden, estetikleştirilmeden verilmiştir. Özellikle Tommy’nin patlamaları ve karakterlerin soğukkanlı infazları, bu dünyanın acımasızlığını sergiler niteliktedir.

Thelma Schoonmaker’ın kurgusuyla da, filmin temposunu hep yüksek tutulmuştur. Kamera, karakterlerle birlikte hareket ederek kesmeler, zaman atlamaları, dondurulmuş kareler anlatının bir parçası haline getirilmiştir.

Sıkı Dostlar filmi, hem eleştirmenler hem de sinemaseverler tarafından değer gören bir film olarak kabul edilmiştir. Film 6 dalda Oscar’a aday gösterilmiş, Joe Pesci’ye kazandırdığı ödül dışında En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil olmak üzere birçok dalda aday olmasına rağmen Dances with Wolves’a (Kurtlarla Dans) karşı kaybetmiştir. Ancak zaman, Sıkı Dostlar’ın lehine işlemiştir. Amerikan Film Enstitüsü (AFI) tarafından “tüm zamanların en iyi gangster filmi” listesinde üst sıralarda yer almış, IMDb, gibi mecralarda yüksek puanlar almıştır. Film eleştirmeni Roger Ebert film için; “film paylaşacak iyi bir hikayesi olduğunu bilen bir hikaye anlatıcısının baş döndürücü hikayesine sahip." demiştir. Quentin Tarantino’dan David Chase’e (The Sopranos’un yaratıcısı) kadar birçok yönetmen Sıkı Dostlar’ı ilham kaynağı olarak göstermişlerdir.

Özetle film için, hem suç dünyasını anlatan hem de aynı zamanda bu dünyanın içeriden nasıl göründüğünü, nasıl hissedildiğini ve sonunda nasıl tükettiğini

gösteren bir filmdir denilebilir. Martin Scorsese, gerçeklikten hiç kopmayan, stilize ama yapaylıktan uzak bir anlatımla seyirciyi hem büyülemiş hem de rahatsız etmiştir.

Ray Liotta’nın enerjik performansı, Robert De Niro’nun ustalığı ve Joe Pesci’nin unutulmaz deliliği, filmi klasik yapan temel taşlardandır. Martin Scorsese’nin bu filmle yaptığı şey, suçun parlak yüzünü sergilemekten çok, o cazibenin altında yatan karanlığı ve insan ruhunu kemiren çürümeyi gözler önüne sermek olmuştur diyebiliriz. İyi seyirler...