David Fincher, 2023 yapımı "The Killer" ile izleyiciyi yine karanlık bir dünyaya götürüyor. Alexis Nolent’in (Matz) aynı adlı çizgi romanından uyarlanan film, Fincher’ın klasik kusursuz görselliğiyle planlanmış sahneleri ve soğukkanlı anlatımıyla, hem gerilim hem de karakter incelemesi yaptıran bir film olmuştur. Filmin oyuncu kadrosunda; Michael Fassbender, Tilda Swinton, Charles Parnell, Arliss Howard, Sala Baker, Kerry O'Malley, Sophie Charlotte gibi oyuncular rol almışlardır.

Michael Fassbender’in canlandırdığı isimsiz kiralık katil, film boyunca sistematik ve profesyonel bir şekilde işini yapan, duygularını neredeyse tamamen bastırmış bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. İşinde başarılı olmak için "empati kurma, merhamet gösterme, planın dışına çıkma" gibi insani yönlerini sıfırlamış durumda. Ancak Paris’te gerçekleştirmesi gereken bir suikast sırasında hata yapınca, tüm sistematiği sarsılmaya başlıyor. Bu hata, patronlarının gözünde onu bir tehdide dönüştürüyor ve bir noktadan sonra av konumuna düşüyor. Önce kendisi evde yokken sevgilisini öldürmeye çalışan kişileri bulma serüvenini izliyoruz. Sonra baş karakterimiz, kendisini temizlemeye, izleri silmeye ve hayatta kalmaya çalışırken, New Orleans’tan Dominik Cumhuriyeti’ne, Chicago’dan New York’a uzanan bir intikam ve hayatta kalma yolculuğuna çıkıyor. Film boyunca, kiralık katilin iç sesini dinlerken, onun işleyişini, kurallarını ve hayata bakışını detaylıca öğreniyoruz. 

Filmdeki karakterlere gelirsek başrolde oynayan katil (Michael Fassbender) Soğukkanlı, duygusuz ve tamamen mantık çerçevesinde hareket eden bir adamdır. Film boyunca monologlarıyla onun iç dünyasına giriyoruz. Fassbender, neredeyse hiçbir duyguyu dışa vurmadığı oyunculuğuyla, karakterin psikolojisini mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Bir de bu filmi izlerken farkettiğim bir ayrıntı bütün tetikçi konularını işleyen filmlerde bu kişiler soğuk, duygularını belli etmeyen, ruhsuz kişiler olarak tasvir edilirler. Çok duygusal bir film olan "Leon" filminde bile Jean Reno ilk başlarda aynı soğuklukta bir oyunculuk sergilemiştir. Bu da mutlaka onların rahatlıkla birilerini öldürme, tetikçilik yapma ana teması üzerinden gittiği içindir. Çünkü onlar bariz birer katildirler. Bu filmde de ana karakterimiz olan gerçek adı ile Michael Fassbender hakkında film boyunca isim verilmeyen ve geçmişi hakkında çok az ipucu olan bir ana karakterle karşı karşıyayız. O, ideal bir kiralık katilin nasıl olması gerektiğine dair bir örnek gibi sunuluyor. Diğer önemli karakterlerden birisi de Tilda Swinton'un canlandırdığı karakterdir. Katilin peşindeki gizemli bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Hakkında katilin sevgilisine zarar verdiği dışında çok bir şey bilmiyoruz. Soğukkanlı ve zeki bir figür olarak bir imaj çiziliyor sadece. Filmde en çok dikkat çeken sahnelerden birine sahip olup, onunla katilin diyalog sahnesi, Fincher’ın gerilim yaratmada ki ustalığını yine göstermiştir. The Brute (Sala Baker) karakteri de, katilin sevdiklerine zarar veren güçlü, korkutucu bir adamdır. Bu karakter, katilin intikam yolculuğundaki en önemli engellerden birisidir. Evindeki kavga sahnesi teknik açıdan oldukça gerçekçi ve aksiyonu yüksektir. Son olarak Katilin İşvereni (Charles Parnell) ise, kendi çıkarlarını düşünen, gerektiğinde çalışanlarını gözden çıkaran bir figürdür. Katilin hikayesinde, "patron" figürü olarak onun ahlaki sorgulamalarını tetikleyen unsurlardan biri oluyor.

Fincher’ın The Killer filmi, klasik bir intikam hikayesinden çok daha derin bir anlatı yapıyor diyebiliriz. Katil, dünyayı tamamen kontrol edebileceğini sanan bir adam. Soğukkanlı, metodik ve planlı bir şekilde hareket ediyor. Ancak film, ona küçük bir hatanın bile nasıl bir kaos yaratabileceğini gösteriyor. Film boyunca şu sorular izleyiciye yöneltiliyor; ne kadar hesap yaparsak yapalım, kontrol gerçekten bizde mi? Duygularını bastırmak, gerçekten başarılı olmanın anahtarı mı? Bir hata, kim olduğumuzu ne kadar değiştirebilir? gibi sorular soruyor. Zaten katilin iç sesi de, bu soruları sürekli hatırlatıyor. İzleyiciyi sürekli bir bilinç akışına sokarak onun disiplinli ama paranoyak zihnine yolculuk ettiriyor. Onun dünyasında empati, duygu ya da vicdan yok ya da en azından o böyle olduğunu sanıyor. 

Film boyunca isim verilmeyen daha doğrusu sadece yolculuk yaparken farklı isimler kullandığını gördüğümüz karakterin geçmişi hakkında çok az ipucu veren bir ana karakterle karşı karşıyayız. O, ideal bir kiralık katilin nasıl olması gerektiğine dair bir karakter gibi gösteriliyor. Mesela kendisi tetikçilerin duygularını kontrol altında tutması gerektiğine inanıyor. Fiziksel ve zihinsel olarak dikkatli, sistematik ve disiplinli biri. Paris’te kiraladığı daire bile son derece sade, kişisel anıları veya rastgele süslemeleri barındırmıyor. İşin doğasının hata kabul etmediğine inanıyor. Kendini bir makine gibi görüyor, insani zaaflara sahip olmadığını düşünüyor. “Bekle. Gözlemle. Karışma. Empati gösterme.” gibi cümleleri film boyunca sürekli tekrarlıyor. Ancak film, bu idealize edilmiş suikastçı kimliğinin aslında bir yanılgı olduğunu bize gösteriyor. Çünkü o da hata yapıyor. Film, karakterin hatalar zinciriyle, kendisinin aslında bir makine değil, zaafları olan bir insan olduğunu fark etmemizi sağlıyor. Buda bence filmin verilmek istenen ana teması gibi duruyor. Filmin başında katil, mutlak bir kontrol yanılgısına sahip. Ona göre hayatta kalmanın ve başarılı olmanın tek yolu, hata yapmamak ve duygularını bastırmak. Ancak film ilerledikçe fark ediyoruz ki bu sadece bir yanılsama. İnsan ne kadar plan yaparsa yapsın, ne kadar disiplinli olursa olsun, her zaman hata yapabilir ve bu hatalar bazen çok ciddi sonuçlar doğurabilir.

Bu yazıdan önceki anlattığım Fincher filmlerinde genellikle sistemin çökmesi veya karakterlerin kendi kurallarına rağmen dışardan gelen etkilere dönük temalar işlenirken bu filmde, tam olarak durum biraz farklıdır. Katil mükemmeliyetçi bir sistem oluşturmuştur ama tek bir hata, bütün dengelerini bozmuştur. Ayrıca Bazı eleştirmenler ve izleyiciler, filmin David Fincher’ın kendisini anlatan bir metafor olduğunu öne sürmüşlerdir. Fincher, sinema dünyasında kusursuzluk takıntısı olan, sahneleri defalarca çektirmesiyle bilinen ünlü bir yönetmendir. Katilin "her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlama" çabası, Fincher’ın kendi sanatsal yaklaşımıyla paralellik gösteriyor olabilir.

Özetle "The Killer" filmi, şatafattan uzak, sade ama etkileyici bir film. Bir "John Wick" tarzı aksiyon filmi bekleyenler için fazla sessiz, "Zodiac" gibi derin bir hikayeyi bekleyenler için ise fazla tek düze olabilir. Ancak Fincher’ın yönetmenliği, Michael Fassbender’in soğuk performansı ve atmosferik anlatımı sayesinde, son derece etkileyici bir karakter anlatımına dönüşmüştür. Bu film, “Seven” ya da “Fight Club” gibi kült olacak mı?” sorusuna net bir “evet” yanıtı vermek zor. Ama Fincher sinemasını sevenler için kaçırılmaması gereken bir film olduğu kesin. Özellikle ritmik, kontrollü ve psikolojik derinliği olan suç filmlerini sevenler için, "The Killer" ustaca işlenmiş bir sinema örneği olmuştur diyebiliriz.