1980’lerin ortasında, Amerikan sineması Vietnam Savaşı’yla hesaplaşma döneminin sonuna yaklaşırken, Oliver Stone’un bu filmiyle, bu hesaplaşmayı en kişisel ve sarsıcı biçimiyle yeniden gündeme getirmiştir. Savaşın hem fiziksel hem de ruhsal gerçekliğini, doğrudan cephede yaşananların içinden bir bakışla aktarmıştır. Bunun en temel nedeni, Oliver Stone’un bu filmi yalnızca bir yönetmen olarak değil, bizzat bir Vietnam gazisi olarak çekmiş olmasıdır. 1986 yılında gösterime giren film, hem savaş sinemasında yeni bir gerçekçilik anlayışını başlatmış, hem de yönetmen Oliver Stone’un kendi savaş tecrübesinden, yaşadıklarını, bildiklerini, söylemek istediklerini perdeye aktarmıştır. Filmin oyuncu kadrosunda; Charlie Sheen, Tom Berenger, Willem Dafoe, Kevin Dillon, Keith David, John C. McGinley, Forest Whitaker ve Johnny Depp gibi oyuncular rol almışlardır.

Film, genç bir Amerikalı olan Chris Taylor’ın, (Charlie Sheen) Vietnam savaşına gönüllü olarak gitmesiyle başlar. Üniversite eğitimini yarıda bırakarak ülkesine hizmet etmek isteyen Taylor, ilk anda vatansever bir heyecanla cepheye adım atar. Ancak oraya gittiği ilk andan itibaren gördüğü şeyler, kafasında yarattığı ideallerden, kahramanlıklardan ve anlamlı bir amaçtan çok uzaktır. Gerçek savaş, onun beklediği türden bir kahramanlık masalı değil; aksine, insanın insana düşman olduğu, doğanın bile dayanılmayacak şekilde kendilerine engel olup, karşılarına dikildiği bir yerdir. Birliğinde iki zıt karakterin çatışması üzerinden ilerleyen film, adeta bir iyi – kötü savaşına dönüşür. Çavuş Elias (Willem Dafoe), insancıl, vicdan sahibi ve savaşın ortasında bile insan onuruna inanan bir karakterdir. Diğer yanda Çavuş Barnes (Tom Berenger) ise, savaşın yarattığı karanlığa teslim olmuş, acımasız bir asker olarak yer alır. Taylor, bu iki adam arasında sıkışmış bir genç olarak, hem savaşın fiziksel cehennemiyle hem de kendi içindeki vicdan muhasebesiyle yüzleşir.

Film boyunca izlediğimiz çatışmalarda ormanın derinliklerinde pusular kurulur, köyler yakılır, masum siviller öldürülür ve tüm bunlar özgürlük adına yapılır. Taylor, sonunda hem Elias’ın idealizmini hem de Barnes’ın karanlığını içinde barındıran birine dönüşür.

Platoon filmi, savaşın sadece düşmanla değil, insanın kendi içindeki karanlıkla da yapıldığını anlatan bir filmdir aslında. Çünkü çoğu sahnesinde, Oliver Stone, savaşın bir ideoloji değil, bir cehennem olduğunu tekrar tekrar vurgulayacak planlar ve sahneler ortaya koymuştur. Elias ve Barnes, aslında Taylor’ın içinde muhasebesini yaptığı vicdan savaşının iki tarafıdır. Elias insanlığın, Barnes ise başkalarını ezerek, hayatta kalma içgüdüsünün temsilcileri gibidirler. Bu ikilik, filmin merkezinde yer alır. Stone, aslında seyirciyi tam olarak bir “iyi-kötü” ikilemine de hapsetmeden; tam tersine, iyiliğin bile savaşın çamurunda lekelenebileceğini izleyiciye göstermek istemiştir.

Film gösterime girdiğinde hem eleştirmenlerden hem de izleyicilerden olumlu anlamda büyük tepkiler almıştır. Birçok eleştirmen, filmin Hollywood’un savaş mitini yıktığını belirterek; daha önceki bu tarz savaş filmlerinin Amerikan askerlerini kahraman olarak resmederken, Platoon filminin bir kahramanlık hikayesi değil de orada savaşan askerlerin, içsel yıkımına odaklanan bir film olduğunu söylemişlerdir.

Bazı eleştirmenler ise filmde, Elias-Barnes çatışmasının “iyi ile kötünün klasik çatışmasına” fazla yaslandığını savunmuşlardır. Ancak çoğu yorumcu, Oliver Stone’un anlatımındaki sinematografik cesaretini ve savaşın vicdani yönünü öne çıkarmasını, sinema tarihindeki bir dönüm noktası olarak kabul ederek filmi beğenmişlerdir. Ayrıca film, dört dalda Oscar ödülü de kazanmıştır. En İyi Film, En İyi Yönetmen (Oliver Stone), En İyi Ses ve En İyi Kurgu dallarında ödül kazanmıştır. Stone’un kendi Vietnam tecrübesine dayanan bu hikaye, otobiyografik derinliğiyle de dikkat çekmiştir.

Özetle film Oliver Stone’un sinema kariyerinde bir dönüm noktası olduğu kadar, savaş filmleri türünün de yönünü değiştiren bir film olmuştur. Yönetmen, kişisel deneyimlerinden yola çıkarak izleyiciye, savaşın yalnızca cephede değil, insanın ruhunda da yaşandığını göstermek istemiş ve klasik kahramanlık anlatılarının ötesine geçerek savaşın ahlaki, psikolojik ve toplumsal boyutlarını gözler önüne sermiştir. İyi seyirler…