Bringing Out The Dead filmi, Martin Scorsese’nin, 90’ların sonunda, New York’un gece yarısı sokaklarını bir kez daha konu olarak ele alan, ama bu kez gangsterlerin değil, ölümle kol kola yürüyen insanların hikâyesini anlattığı yarı dram, yarı suç tarzı filmidir. Joe Connelly' nin aynı adlı romanından uyarlanan, Paul Schrader’ın senaryosunu yazdığı filmde, yönetmen Martin Scorsese, her zamanki gibi, bu konuyu da, kendi yoğun görsel diliyle yorumlayarak, izleyicileri etkileyebilmiştir. Ortaya çıkan şey, ne tam anlamıyla bir aksiyon ne de düz bir dramdır. Daha çok insan psikolojisini, umutsuzluğunu ve kurtuluş arayışını işleyen, bir film ortaya çıkmıştır. Filmde yine “Taxi Driver” ile başlattığı gece yarısı New York sokakları vardır. Ancak burada Travis Bickle’ın öfke dolu yabancılaşması yerine, Frank Pierce adlı bir ambulans şoförünün, çaresizlik ve suçluluk duygusuyla boğuşan hikayesi vardır.

Frank Pierce (Nicolas Cage), New York’ta ambulans şoförlüğü yapan, yıllarını acil çağrılarla, ölümlerle ve kurtarılamayan hayatlarla geçirmiş bir sağlık görevlisidir. Frank, artık hayat kurtarma misyonunu neredeyse tamamen yitirmiştir. Çünkü son zamanlarda ne kadar çabalarsa çabalasın, vakalar genellikle ölümle sonuçlanmaktadır. Film, Frank’in üç farklı gece vardiyasını, üç farklı ambulans ortağıyla geçirdiği hikayeler üzerinden ilerler. Bu üç gece boyunca Frank; aşırı doz alan gençlerden, bıçaklanan gençlere, binalardan atlayanlara kadar birçok ölüm vakasıyla karşılaşır. En önemlisi ise bir kalp krizi sonucu komaya giren Bay Burke vakasıdır. Frank, bu adamı hayatta tutsa da bir türlü kendini “kurtarmış” hissetmez.

Bu süreçte Bay Burke’ün kızı Mary (Patricia Arquette) ile yakınlaşır. Mary de kendi travmaları ve bağımlılık geçmişiyle boğuşan, yorgun bir ruh halinde bir kadındır. İkisi arasındaki bağda, filmdeki en insani ve samimi durumdur denilebilir. Nicolas Cage’in canlandırdığı Frank Pierce karakteri, yorgun, uykusuz, halüsinasyonlar gören, geçmişte kaybettiği hastaların hayaletleriyle konuşan bir adamdır. Artık kurtaramadığı her hayatla biraz daha yıpranan parçalanan birisi olmuştur. Mary Burke (Patricia Arquette) ise, babasının hastanede yaşam mücadelesi verdiği süreçte Frank’le tanışan, geçmişinde uyuşturucu bağımlılığı olan bir kadındır. Mary, Frank’in aynası gibidir ve ikisi de hayatta tutunacak bir şeyler aramaktadırlar.

Filmde suçluluk ve travma ana tema olarak işlenmiştir diyebiliriz. Frank, her kurtaramadığı hastanın yüzünü unutmayarak, mesleki tükenmişliğin çok ötesinde bir ruhsal çöküş yaşamaktadır. Bu çöküşten dolayı da kurtuluş arayışındadır. Mary ile olan ilişkisi, Frank’in kendi içindeki karanlığı hafifletme çabasıdır aslında. Filmde “kurtarmak” yalnızca tıbbi değil, ruhani anlamda da işlenmiştir. Seyirciye basit bir “hayat kurtaran kahraman” hikayesi anlatılmayıp tam tersine, hayat kurtarmanın yükü, başarısızlığın yarattığı travma ve insanın kendi ruhunu iyileştirme çabası gösterilmiştir. Yönetmen, Martin Scorsese, New York’un kargaşasında kaybolmuş insanların hikâyesini, sarsıcı bir görsellik ve derin bir duygusal yoğunlukla işlemiştir.

Ayrıca filmde, New York’un geceleri şehri bir karakter gibi konumlandırmıştır. Gece yarısı sokakları, neon ışıkları, uyuşturucu bataklıkları ve çaresiz insanlarla dolu bir şehir.

Film vizyona girdiğinde, eleştirmenlerden karışık ama çoğunlukla olumlu yorumlar almıştır. Nicolas Cage’in ölçülü ama yoğun performansı oldukça başarılı bulunmuştur. Az önce söylediğim, New York’un gece hayatının klostrofobik ve halüsinatif şekilde yansıtılması da görsel olarak etkileyici bulunmuştur. Ayrıca filmin senaryo yazarı olan Paul Schrader’in senaryosunun, “kurtuluş” temasını ince ince işlemesi de içeriksel olarak beğenilmiştir. Filmdeki olumsuz yorumlar ise; hikayenin karanlık atmosferinin bazı izleyiciler için yorucu olması ve tekrar eden vaka yapısının tempoyu düşürdüğünü düşünenler de olmuştur.

Özetle film için, Martin Scorsese’nin gangster filmleri ya da diğer destansı kahraman filmlerinden farklı olarak, dar bir zaman diliminde, tek bir karakterin içsel yolculuğunu merkezine alan, yoğun atmosferli bir dramadır denilebilir. Gece yarısı New York’unun uğultusunda, siren sesleriyle yankılanan bir şehrin, üç gününde olan olayları izleyicilere göstererek, hayatla ölüm arasındaki ince çizgiyi bir kez daha izleyiciye gösteriyor. Film aslında ironik bir durumu da ortaya koyuyor o da; bazı insanlar hayat kurtarmak için çalışır, ama en zor kurtarılması gereken kişi bazen kendileridir. İyi seyirler...