Charlie Chaplin'in 1921 yılında gişede büyük bir başarı elde ettiği "The Kid" türkçe adı ile "Yumurcak" filmi onun ilk uzun metrajlı filmidir. Amerika Birleşik Devletleri'nde Ulasal Film Arşivine'de saklanmak üzere seçilen film, o yılki en çok izlenen ikinci film olmuştur. Filmin başrollerinde yine kendisiyle birlikte Jackie Coogan, Edna Purviance, Tom Wilson, Henry Bergman ve Charles Reisner gibi oyuncular rol almışlardır.

Chaplin bir ilki başararak melodramı ve komedi türünü birlikte kullanmıştır. Bu yönüyle sessiz sinemanın hem insani ve hem de dokunaklı örneklerinden birine imzasını atmıştır. Filmin konusu şu şekildedir; bir annenin (Edna Purviance) yoksulluk ve çaresizlik içinde yeni doğan bebeğini terk etmesiyle başlar. Zengin bir aileye ait olan, bir arabanın içerisine bir not yazarak bebeğini bırakır. O sırada iki hırsız bu arabayı kaçırarak bebeği fark ettiklerinde yoksul bir mahalleye bırakırlar. Onların bıraktığı bu bebeği o sırada oradan geçen bir sokak serserisi olan Şarlo (Charlie Chaplin) bulur. Şarlo, çocuğu istemeden bulur ama kısa sürede ona bağlanır ve kendi yöntemleriyle onu büyütmeye başlar. Aradan 5 yıl geçer. Yıllar geçtikçe, küçük çocuk John (Jackie Coogan) ile Şarlo arasında gerçek bir baba-oğul ilişkisi doğar. Şarlo, fakirlik içinde olmasına rağmen John’a sıcak bir yuva kurar. Birlikte parada kazanmaktadırlar. Küçük John'un evlerin penceresine taş atarak kırdığı camları, Tramp yeniler ve böylece yeni taktığı camlardan paralarını kazanırlar. Ama düzen, sokaklarda çocuk büyütmeyi kolay bırakmaz. Kısa bir süre sonra, çocuk bir gün hastalanır. Tramp ona bir doktor çağırır. Doktor, Tramp'ın çocuğun babası olmadığını ögrenir ve yetkililere haber verir. İki adam çocuğu bir yetimhaneye götürmek için gelir, ancak bir kavga ve kovalamacadan sonra Tramp ve çocuk yan yana kalırlar. Bu arada çocuğun gerçek annesi ünlü zengin bir aktris olmuştur. Yaptıklarından pişman olarak bu yoksul mahalledeki ailelere ve çocuklara yardımlar yapar. Bir amacı da kendi çocuğunu bulabilmektir. Anne bir gün ona notu gösteren doktorla karşılaşır (ki bu notu Tramp'tan almıştır) bunun yıllar önce bebeğine bıraktığı not olduğunu görür ve peşlerine düşer. Artık kaçak olan Tramp ve çocuk geceyi bir pansiyonda geçirirler . Pansiyon sahibi yetkililer tarafından 1.000 dolarlık bir ödül teklif edildiğini öğrenir ve Tramp uyurken Çocuğu polis karakoluna götürür. Gözyaşlı anne uzun zamandır kayıp olan çocuğuyla yeniden bir araya geldiğinde, Tramp çılgınca kayıp çocuğu arar. Başarısız olan Tramp, mütevazı evlerinin kapısına döner ve orada uyuyakalır, komşularının melek ve şeytana dönüştüğü bir rüya görür. Bir polis onu uyandırır ve bir malikaneye götürür. Orada kapı, anne ve çocuk tarafından açılır, Tramp'in kollarına atlar ve içeri davet edilir. Film mutlu sonla biter.

Alışık olduğumuz melon şapkalı, bastonlu, bol pantolonlu Şarlo bu kez bir baba karakteri olarak karşımıza çıkar. Sistemden dışlanmış, yoksul ama kalbi sevgiyle dolu bir adamdır. Kendi kurallarınca yaşamaya çalışırken vicdanı ve merhameti, onu çocuğun tek gerçek koruyucusu yapmıştır. Henüz beş yaşında olmasına rağmen güçlü bir oyunculuk sergileyen, küçük John karakteri ise (Jackie Coogan), sinema tarihinin ilk çocuk yıldızlarından biri olur. Yaramaz, sevimli ve zeki bir çocuktur. Şarlo ile ilişkisi gerçek bir aile sıcaklığı taşır. Anne (Edna Purviance) karakteri ise çocuğunu istemeden terk eden ama daha sonra onu arayan annedir. Toplumsal baskılarla baş edememiş, çaresizlik içinde bir kadındır. Onun karakteri, o dönemin kadınlarının yaşadığı çaresizliği temsil eder gibidir.

Filmin ana teması olarak, yoksulluk, dışlanma ve umutsuzluk içinde büyüyen bir sevgiden bahsedebiliriz. Chaplin, burada biyolojik bağın ötesine geçen bir “aile” tanımı ortaya koymuştur. Tramp ve John, ne kan bağıyla ne de yasa ile birbirine bağlıdır. Ama birbirlerine verdikleri değer, her türlü resmi ilişkiden daha güçlüdür. Aynı zamanda filmde, toplumun alt sınıflara bakışı, devletin mekanik yapısının bireyleri ezmesi, yetim çocuklara uygulanan muamele gibi sosyal eleştiriler de ön plandadır. Bu yönüyle film, erken dönem Amerikan kapitalizminin bireyi nasıl yalnızlaştırdığını da gözler önüne sermiştir diyebiliriz. Film izleyene “aile nedir?”, “toplum kime ne kadar sahip çıkar?”, “sevgi yalnızca sahip olmak mıdır?” gibi temel sorular da sordurur. Bu soruları da, ne bir replikle ne de didaktik bir sahneyle vermiştir. Sadece bir bakışla, bir sarılmayla, bazen de bir çocuğun gözyaşıyla…

Film özetle, yoksul bir adamla terk edilmiş bir çocuğun gözlerinden dünyaya bakmamızı sağlamıştır. Aynı zamanda Chaplin’in kişisel hikayesine de benzer niteliktedir. Kendisi de Londra’da yoksulluk içinde büyümüş, annesinin ruhsal hastalıkları nedeniyle yetimhaneye verilmiş, bir süre de sokaklarda yaşamıştır. Filmdeki pek çok sahne bu yaşadığı olaylardan izler taşımaktadır. Özellikle John’un yetimhaneye alınma sahnesindeki yıkıcı ayrılık duygusu, Chaplin’in kendi travmalarının sinemasal dışavurumudur denilebilir. Günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyan temaları, evrensel dili ve içtenliğiyle “The Kid” filmi, sadece Chaplin sinemasının değil, dünya sinema tarihinin de en önemli filmlerinden biri olarak kabul edilmektedir. İyi seyirler…