Sinema tarihinin en unutulmaz karakterlerinden biri olan Charlie Chaplin'in “Altına Hücum” orjinal adı ile The Gold Rush filmi hem kendi sanat kariyerinde hem de aynı zamanda dünya sinema tarihinde eşsiz bir yere sahiptir. Charlie Chaplin’in 1925 yılında yazıp yönettiği, başrolünde oynadığı ve bir anlamda kendi imzasını attığı bu film, sessiz sinemanın da en önemli örneklerinden birisidir. Dönemin zorlukoşullarında çekilen film, Amerika’da Klondike Altına Hücumu olarak bilinen 1890’ların sonundaki altın arama çılgınlığını arka planına almıştır. Bu konu üzerindenilerleyen film aslında altın arayıcılığını, bir hikayeden çok insan nefsini, yalnızlığını ve umudunu simgeleyen bir yan konu olarak seçmiştir.
Filmin baş karakteri, Charlie Chaplin’in yine meşhur “Küçük Serseri” (The Tramp) tiplemesidir. Film, Klondike’da altın aramak için yola çıkan, bu şaşkın ama iyi kalpli adamın başından geçenleri anlatır. Yola çıktığında yalnızdır, elinde avucunda bir şey yoktur ve doğanın acımasızlığına karşı hazırlıksızdır. Fırtınalı bir dağ yolculuğu sırasında yolu, bir diğer altın arayıcısı olan Big Jim McKay ve kaçak bir suçlu olan Black Larsen ile kesişir. Üçü birlikte bir kulübeye sığınırlar. Zorlu kış şartları, açlık ve hayatta kalma mücadelesi filmin ilk yarısının temel çatısını oluşturur. Özellikle ayakkabıyı pişirerek yedikleri o ikonik sahne, sinema tarihine geçen unutulmaz anlardan biridir. Chaplin’in makarna yer gibi bağcıkları çiğnemesi, sofradaki açlığa rağmen naif zarafetini koruması, komediyle dramın iç içe geçtiği sahnelerin başında gelir. Daha sonra Charlie Chaplin’in yolu bir kasabaya düşer. Burada, barlarda çalışan Georgia adında genç bir kadına aşık olur. Georgia, başta Chaplin’in farkında bile değildir, ancak Tramp ona karşı son derece saf ve içten duygular besler. Umutla beklediği birlikte yemek yeme randevusu Georgia’nın onu unuttuğu, kendisini küçümsediği bir hüsrana dönüşür. Ancak Chaplin’in karakteri hiçbir zaman tam anlamıyla yıkılmaz; daima içindeki masumiyete ve insanlığa tutunur. Filmin sonunda Big Jim McKay’in bulduğu altın sayesinde, ikisi de zengin olurlar. Georgia ile mutlu bir şekilde yeniden bir araya gelirler. Mutlu son, klasik Hollywood kalıplarından da olsa da Chaplin’in anlatımıyla o kadar sahicidir ki izleyiciyi rahatsız etmez. Tramp karakteri, yine bu filminde de zavallı, kimsesiz, saf, ama her zaman kibar ve onurlu bir adamdır. Öylesine evrensel bir figürdür ki her izleyici, dönemin ötesinde ondan kendinde bir parça bulabilir.
“Altına Hücum” filmi, aslında temel olarak yoksulluk, hayatta kalma mücadelesi ve insan onuru üzerine kuruludur. Charlie Chaplin, açlıkla boğuşan insanların ruh hallerini karikatürize ederken aslında çok ciddi bir şey söyler: Yoksulluk, insanın hem fiziğini hem de ruhunu sınayan bir şeydir. Fakat umut etmek, insan kalabilmek, kötülüğe bulaşmamak hâlâ mümkündür. İnsan doğasının ikiyüzlülüğü ve sınıfsal farklar da arka planda hissedilir. Chaplin zenginle fakir arasındaki çizgiyi açlık, yiyecek ve giyim üzerinden son derece sade ama etkili biçimde aktarmaya çalışmıştır. Ayakkabısını haşlayıp yemesiyle, zirvede altın zengini bir adam oluşu arasında geçen yolculuk, yalnızca fiziksel değil ruhsal bir dönüşüm hikâyesidir denilebilir. Filmdeki Aşk teması da oldukça güçlüdür. Georgia ve Tramp arasındaki ilişki, aşkın yalnızca güzellik ya da servet üzerinden değil, gerçek hissi duygularla hissedilen, kalpten kalbe bir iletişimle kurulmuş bir ilişkidir.
Altına Hücum” dönemin eleştirmenleri tarafından büyük övgüyle karşılanmıştır. Özellikle Chaplin’in mizahı ile trajediyi dengeleme becerisi çoğu eleştirmen tarafından beğenilmiştir. Bazı eleştirmenler bu filmle Chaplin’in yalnızca komedyen değil, büyük bir sanatçı olduğunu ispatladığını da yazmıştır. Bugüne dek yapılan eleştirilerde film; sinema tarihinin en iyi sessiz filmleri arasında gösterilmiş. Mizahın ve dramınmükemmel uyumu açısından örnek verilen, hatta Martin Scorsese gibi yönetmenler tarafından da ilham verici bir yapım olarak anılmıştır. 1942 yılında Charlie Chaplin, filmi seslendirilmiş ve müzikle yeniden düzenlenmiş versiyonuyla tekrar izleyiciyle buluşturmuştur. Bu ikinci versiyon bile çok sevilmiştir. Hatta bazı eleştirmenler, Chaplin’in kendi sesiyle anlatım yaptığı bu hali daha samimi bulmuşlardır.
Film özetle, fakirlikten umuda, yalnızlıktan aşka, açlıktan dostluğa kadar insanı insan yapan her duyguyu kapsayan bir filmdir. Filmin geneli için, altın bulmak için yola çıkan bir adamın, aslında kendi insanlığını bulma yolculuğudur denilebilir. Bu nedenle de zamansız ve evrensel bir filmdir. İyi seyirler...