1930’ların ortaları, sesli sinemanın hızla geliştiği bir dönemdir. 1927’de The Jazz Singer ile başlayan sesli film devrimi, sinemada yeni bir dönemi başlatmıştı. Stüdyolar artık sessiz filmleri çekmeyi bırakmış. Bu sistemi tamamen terk etmiş, diyaloglu, müzikli, sesli yapımlar sinema endüstrisinin yeni bir formu haline gelmişti. Ancak bu geçiş, herkes için kolay değildi. Sessiz sinemanın en büyük yıldızlarından biri olan Charlie Chaplin için bu durum, sadece teknik bir dönüşüm değil, sinemanın ruhuna yönelik bir tehditti. Çünkü o öncelikle sinemanın sessiz filmlerle daha evrensel olduğunu, aynı dili konuşmayan insanların bile bu filmleri rahatlıkla anlayabildiklerini düşünüyordu. İkinci olarak da sessiz sinemanın duyguları daha iyi verebildiğini savunuyordu. Bu yüzden modern zamanlar filmini, sesli sinemanın çıkışından on yıl geçmesine rağmen yine sessiz olarak çekmiştir.
1936 yapımı olan Modern Zamanlar (Modern Times) filmi, Charlie Chaplin'in hem başrolünü oynadığı hem de yönetmenliğini, senaryosunu ve müziklerini yaptığı son büyük “sessiz” filmidir. Dönemin teknolojik olanaklarına rağmen diyaloğa yer vermeyen bu yapım, Chaplin’in yarattığı “Küçük Serseri” (The Tramp) karakterinin beyaz perdedeki son görünümüdür. Film, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrası Amerika’sında, sanayileşme, işsizlik, otomasyon ve sosyal adaletsizlik gibi kavramları mizah ve toplumsal eleştiriyle harmanlayarak, giderek makineleşen bir dünyada, bireyin sistemin dişlileri arasında ezilişini kara mizah yoluyla anlatmıştır.
Modern Zamanlar, Amerikan endüstri çağının gölgesinde, Büyük Buhran döneminin ekonomik bunalımıyla ezilmiş bir toplumda geçer. Film, büyük bir fabrikada çalışan bir işçiyle, yani Chaplin’in Küçük Serseri yani Tramp karakteriyle açılır. Sonsuz bir üretim bandı boyunca sürekli aynı cıvataları sıkan bu adam, sistemin onu bir makine parçası gibi kullandığı ortamda sonunda sinirsel bir travma geçirir. Psikiyatri kliniğine yatırılan ve sonrasında buradan çıkan karakterimiz, artık işsizdir ve bir dizi yanlış anlaşılma sonucu kendini bir siyasi gösteride komünist sanılıp hapiste bulur. Hapisten çıktığında hala umutla iş aramaya devam eder. Bu sırada, açlıktan ekmek çalan ve polisten kaçarken tanıştığı bir genç kızla yolları kesişir. Yetim Kız (Gamin), yoksullukla baş etmeye çalışan, ailesini kaybetmiş ama hayata karşı güçlü bir duruş sergileyen bir karakterdir. İkilinin yolları kesiştikten sonra
birlikte yaşam mücadelesine atılırlar. Tramp, çeşitli işlerde çalışır. Gece bekçiliği, garsonluk, şarkıcılık… Ancak her seferinde sistemin acımasızlığı ya da bir talihsizlik onları yeniden sokağa atar. Film, nihayetinde ikilinin bir iş bulamasa da birbirlerine tutunarak yeni bir yolculuğa başladıkları o unutulmaz final sahnesiyle sona erer. Gözlerinde umut, yüzlerinde gülümseme vardır. Ellerini sımsıkı tutarak uzaklara doğru yürürler.
Filmin açılış sahnesi, hayvan sürüsüyle işçilerin benzer şekilde gösterildiği bir montajla başlar. Ardından üretim bandında çalışan Tramp’ın elleri kontrolsüzce vida sıkmaya devam ederken gördüğümüz sahneler, teknolojik ilerlemenin insan doğasını nasıl ezdiğini sembolize eder gibidir. Tüm felaketlere rağmen filmdeki en önemli değer, Tramb ile Yetim Kız’ın birbirlerine olan bağlılığıdır. Onlar sistemin dışında, ama insanlığın merkezindedirler. El ele tutuşup yola çıkmaları, yalnızca bir kaçış değil, aynı zamanda özgürleşmenin ve dayanışmanın da simgesidir. Film esasen sessizdir. Ancak bazı bölümlerde konuşma sesi duyulur. Dikkat çekici biçimde sadece makineler ya da patronlar konuşur. Bu da, “konuşan ama duymayan” patronlara bir eleştiridir denilebilir.
Film, yalnızca Chaplin’in sessiz sinemaya bir vedası değil, aynı zamanda modern dünyanın insan ruhunu nasıl bastırdığını anlatan evrensel bir anlatısıdır. Bu anlatıda insanın yalnızca bir üretim aracı değil, hisseden, düşünen, seven bir varlık olduğunu izleyiciye hatırlatmak istemiştir. Final sahnesinde de el ele yürüyen iki yorgun ama umut dolu karakter, Chaplin’in sinemasının özüdür; zorluklara gülümseyerek yürümek, yıkıma rağmen yaşamı sevmek teknoloji ilerlerken insanlığı geride bırakmamak onun vermek istediği asıl mesajlardır.
Filmin son sahnesindeki güzel bir replikle bitirirsek; Tramp ve yetim kız bir yol kenarında otururlar. Kız ağlayarak " çabalamanın ne anlamı var" der. Tramp'da cevaben "kendini topla. Ölümden bahsetme. Bir yolunu buluruz." Der ve izleyiciyi umut dolu bir gelecekle baş başa bırakır. İyi seyirler...