Charlie Chaplin’in uzun bir aradan sonra son filmi olan Hong Kong’lu Kontes (A Countess from Hong Kong, 1967), yönetmenin 78 yaşında çektiği, kariyerinin hem en çok eleştirilen hem de en ilginç işlerinden biridir. Bu film, Chaplin’in 1910’larda başlattığı sinema serüveninin son halkası, ilk renkli filmi ve ilk geniş ekran çalışmasıdır. Aynı zamanda Chaplin’in kamera arkasındaki kariyerini noktaladığı filmidir. Ancak her ne kadar sinema dünyası onun dehasına aşina olsa da, Hong Kong’lu Kontes Chaplin sinemasının genel çizgisinden oldukça farklı bir yerde durur. Romantik komedi türüne yakın duran, daha çok teatral havası ve eski usul anlatımıyla dikkat çeken bu film, yönetmenin geçmiş dönem filmlerinden ziyade 50’li yılların hafif komedilerini andırır.
Film, 1930’ların sonunda geçer. Baş karakterlerden Ogden Mears (Marlon Brando), Amerika Birleşik Devletleri’nde önemli bir diplomattır. Karısı ile boşanma aşamasındadır, fakat bir atanma beklediği için ve bu durumda basında da şaibeli bir haber olmaması adına durumu ertelemektedir. Kendisine yeni bir hayat kurmak üzere Hong Kong’dan New York’a doğru lüks bir yolcu gemisiyle seyahat etmektedir. Fakat bu yolculuğu beklenmedik bir şekilde değişir. Ogden’in kamarasına gizlice saklanmış, sürgündeki Rus aristokrasisinden eski bir kontes olan Natascha (Sophia Loren) çıkar. Natascha, savaş sonrası hayatın getirdiği yoksulluk ve umutsuzluk nedeniyle Hong Kong limanından kaçmaya çalışmaktadır. Amerika’ya yasa dışı yollardan girebilmek için Ogden’in yardımına muhtaçtır. Başlangıçta Ogden bu teklife burun kıvırır, çünkü böyle bir kadının varlığı kariyerini, itibarını ve kişisel planlarını tehlikeye atabilir. Ancak Natascha’nın pes etmeyen neşesi, zarafeti ve hayat enerjisi onu giderek etkiler. Film boyunca Natascha bir şekilde gemide kalmaya çalışır; Ogden onu saklamak, gemi mürettebatından ve yolculardan gizlemek zorunda kalır. Aralarındaki ilişki zamanla aşkın ve anlayışın tuhaf bir karışımına dönüşür. İki farklı sınıfa, dünyaya, hayata ve kültüre ait bu iki insanın yolları kesişir. Filmin finalinde, Ogden kariyerini ve özgürlüğünü riske atarak Natascha ile birlikte yeni bir hayata adım atarlar.
Chaplin’in bu filmde anlattığı temel fikir; göç, yabancılık, sosyal sınıflar ve yalnızlıkla ilgilidir. Natascha, savaş sonrası dünyanın zorluklarıyla yüz yüze kalmış, İhtişamlı geçmişinden kopmuş, fakirleşmiş, sürülmüş bir kadındır. Ogden ise modern dünyanın temsilcisidir: soğuk, resmi, çıkarcı ama içten içe yalnızdır. Filmde bu iki karakterin birbirlerine olan yaklaşımı aslında sınıfsal farkların ötesinde insan olmanın ortak paydasını bulma çabasıdır. Chaplin, bu temaları çok daha kuvvetli ve ince biçimlerde daha önce The Kid, City Lights, Modern Times gibi filmlerinde işlemişti. Buradaysa tüm bunları daha sade, daha olgun ve yer yer yapay bir anlatımla işlemeye çalışmıştır. Özellikle “eski aristokrasi yok oluyor, modern insan yalnızlaşıyor” fikri Natascha’nın umutsuz kaçışında ve Ogden’in boş evliliğinde sembolize edilmiştir.
Hong Kong’lu Kontes çıktığı dönemde ne eleştirmenlerden ne de seyirciden beklenen ilgiyi görmüştür. Bunun nedeni olarak; 1960’lar sinemasında özgürlükçü, deneysel ve daha modern anlatımlar yükselirken, Chaplin’in teatral diyaloglara ve stüdyo benzeri dekorlara dayanan eski usul anlatımı biraz demode bulundu. Filmin ticari başarısı da oldukça düşüktü. Bu, Chaplin’in yaşamının son dönemlerinde içine kapanmasına ve İngiltere’de geçirdiği yıllarda yeni projelerden uzak durmasına yol açmıştır. Yine de bazı eleştirmenler, yıllar sonra filme daha sıcak bakmaya başladılar. Özellikle Chaplin’in sinemasına bütüncül bir bakışla yaklaşıldığında, bu filmin onun yaşlılık dönemine ait içsel bir anlatı olduğu, göçmenlik ve aidiyet temalarının bizzat Chaplin’in kişisel hikayesiyle de örtüştüğünü vurgulamışlardır.
A Countess from Hong Kong, Chaplin’in en az bilinen ama belki de en kişisel filmlerinden biridir. Ne "Modern Zamanlar" kadar sistem eleştirisidir, ne "Şehir Işıkları" kadar duygusaldır, ne de "Büyük Diktatör" kadar iddialıdır. Ama tüm bu filmlerden bir şeyler taşır. Belki sinema tarihinin zirvesi değildir, ama bir efsanenin duygusal vedası olarak her zaman özel bir yerde anılacaktır. İyi seyirler...