Sinema tarihinde bazı isimler vardır ki, yalnızca sanat üretmekle kalmamış, bir çağın duygusunu, derdini ve hayalini de şekillendirmişlerdir. Charlie Chaplin de, tam da bu isimlerden birisidir. O sessiz sinema deyince akla ilk gelen isimdir diyebiliriz. Bir baston, bir melon şapka ve bol bir pantolonla modern dünyanın vicdanını temsil eden bir karakter olmuştur kendisi. Hem eğlendiren hem de gözleri yaşartan birçok filmde rol almıştır. Onun en bilindik filmlerinden ve sinema dilinden bahsedeceğiz ama bundan önce Charlie Chaplin 'in kısaca hayatından da bahsetmek gerekir.
Charles Spencer Chaplin, 16 Nisan 1889’da Londra’nın East Lane, Walworth'ta semtinde dünyaya gelmiştir. İngiltere’nin Victoria döneminin gölgesinde, yoksullukla mücadele içinde bir çocukluk geçiren Chalie'nin annesi ve babası kendisi on üç yaşında iken ayrılmışlardır. Annesi Hannah Chaplin; sahne adıyla Lily Harley, müzikholler ve tiyatroda profesyonel olarak çalışmış, ama sesini kaybettikten sonra psikolojik bunalıma girerek rehabilitasyon merkezine yatırılmıştır. Boşandıktan sonra evlendiği başka birisinden de Sydney Chaplin adında bir çocuğu daha vardır. Annesi rehabilitasyon merkezine yatırıldıktan sonra Charlie ve kardeşi metresiyle birlikte yaşayan babasının yanına verilirler. Babası da yine sahne sanatlarıyla uğraşan birisi olan Charles Chaplin Sr. ise alkol bağımlılığı nedeniyle erken yaşta yaşamını kaybedecektir. İki kardeş oldukça zorlu günler geçirerek anne ve babalarının izinden giderek tiyatro ve müzikhollerde çalışmaya başlarlar. 14 yaşında sahneye ilk adımını atan Chaplin, Fred Karno kumpanyasında yaptığı pandomim gösterileriyle kısa sürede dikkatleri üzerine çekmiştir. 1913’te Amerika’ya yaptığı turne sırasında Mack Sennett’in Keystone Stüdyosu’yla tanışmış ve sessiz sinemanın devrimcilerinden biri olmaya ilk adımı atmıştır. 1914’te çektiği Kid Auto Races in Venice adlı kısa filmde ilk kez izleyiciyle buluşan Chaplin'in oynadığı Tramp (serseri) karakteri, bol pantolonu, dar ceketi, bastonu ve şapkasıyla bir ikon haline gelmiştir. Tramp karakteri, hem bir güldürü karakteri, hem de modern dünyanın acımasızlığına karşı direnen bir karakter olarak izleyicinin karşısına çıkmıştır. Chaplin, bu figür üzerinden sistemin çarklarına sıkışmış insanı anlatarak; klasik tanımlamayla izleyenleri güldürmüş hem de düşündürmüştür denilebilir. Ardından 1917'de The Immigrant ve The Adventurer gibi bilindik, altmış dan fazla kısa filmde rol almıştır. İlk uzun metrajlı filmi ise 1918 yılında çektiği A Dog's Life filmidir. Bundan Sonraki yıllarda ortağı olduğu United Artists film şirketi üzerinden Altına Hücum, Şehir Işıkları, Büyük Diktatör, Modern Zamanlar, Sirk ve Sahne Işıkları gibi filmlerde de rol almıştır.
Sessiz sinemanın henüz biçimsel olarak olgunlaşmadığı bu dönemde Chaplin’in getirdiği en büyük yenilik, mizah ile melodramı iç içe geçirmesiydi. Sinematik terimle slapstick (fiziksel komedi) denilen öğelerle toplumsal eleştiriyi harmanlayıp bir araya getirerek, sinemayı yalnızca eğlencelik bir mecra olmaktan çıkartıp insani bir ifade aracına dönüştürmüştür. Chaplin’in sinema dili incelendiğinde, klasik kadraj kullanımı, uzun planlar, koreografik mizansenler ve görsel anlatıdaki mimikler ile diğer detaylar göze çarpar. Özellikle sessiz dönem filmlerinde, her hareketin bir anlamı vardır ve fazlalığa yer yoktur. Müzik, hem ritmi yönlendiren bir araç, hem de duyguyu işleyen dramatik bir unsur olarak düşünülmüştür. Filmlerinde sıkça kendi bestelediği parçaları da kullanarak sessizliğin içine işitsel bir şiirsellik yerleştirmiştir. Kamerayı genellikle sabit tutmuştur, ancak sahne içinde karakterlerin hareketiyle bir dinamizm de yaratmıştır. Bu yöntem, dönemin sinemacıları arasında yaygın olan kurgu anlayışına zıt bir biçimde, izleyiciyi karakterin içine daha da çekerek onunla empati kurmasını da kolaylaştırmıştır.
1950’lerde McCarthy dönemi cadı avları Chaplin’i de etkilemiştir. Amerika’daki iktidar yapıları onun sol eğilimlerinden rahatsız oldukları için, 1952’de İsviçre’ye giderken pasaportunu iptal etmişlerdir. Artık Amerika’ya dönmesine izin yoktur. Bu sürgün yıllarında yaptığı A King in New York (1957) ve A Countess from Hong Kong (1967) filmleri de, eski filmlerinin gücüne erişemese de halen politik bir bilincin izlerini taşımaktadır. 1972’de Chaplin, yıllar sonra Oscar Onur Ödülü’nü almak için Hollywood’a döndüğünde dakikalarca ayakta alkışlanmış ve bu an, hem bir itibar iadesi olmuş hem de Chaplin'in sinema alanındaki etkisinin halen sürmesini sağlamıştır. Haftaya onun filmlerinden bahsedeceğim yazımda görüşmek üzere iyi seyirler...