Oliver Stone’un 1989 yapımı “Born on the Fourth of July” Türkçe adı ile "Doğum Günü Dört Temmuz" filmi, yönetmenin kendi savaş deneyimlerinden çıkan ve Amerikan toplumunun Vietnam Savaşı sonrasındaki genel ruh halini anlatan bir yapımıdır. Film, gerçek bir kişinin Ron Kovic’in yaşam öyküsünü anlatmaktadır. Kovic, genç yaşta Amerikan ideallerine yürekten bağlı bir vatanseverdir ve gönüllü olarak orduya katılır. Fakat savaşta yaşadıklarıyla ve sonrasında ülkesinin kendisine sırt çevirmesiyle, o ideallere olan inancını kaybederek savaş karşıtı bir aktiviste dönüşür. Oliver Stone da, bu dönüşüm hikayesini yalnızca politik bir sinema tarzıyla değil, bir insanın kendisinin ve ailesinin varoluşsal hesaplaşmasıyla gerçekçi bir şekilde ele almıştır.
Filmin detaylı konusundan bahsedecek olursak; 1950’lerin Amerika’sında başlayan. Genç Ron Kovic'in, çocukluk hikayesiyle başlar. Ron Kovic tipik bir Amerikan kasabasında büyüyen, ailesi ve öğretmenleri tarafından vatan sevgisi ile yoğrulmuş bir çocuktur. Okuldaki milli törenlerden ve sunumlardan etkilenir ve küçük yaşta ülkesine hizmet etmeyi, kendine kutsal bir görev olarak görür. Lise çağının sonlarına geldiğinde ise Vietnam Savaşı patlak verir ve hiç tereddüt etmeden gönüllü olur. Ancak savaş sırasında yaşadığı olaylar sonucu, idealist duyguları birer birer yıkılır. Bir operasyon sırasında, yanlış anlaşılma sonucu bir köydeki masum sivilleri ki içlerinde çocuklar ve yaşlılar da vardır. Onları yanlışlıkla öldürürler. Yine hemen sonrasında yanlışlıkla kendi birliğinden bir askeri de öldürür, kısa süre sonra da kendisi omuriliğinden yaralanarak felç olur. Ardından cephedeki gazi hastanesine kaldırılır ve burada hijyenik olmayan koşullarda tedavisi yarım yamalak şekillerde ilerler. Burada psikolojik olarak da ruh sağlığı giderek kötüleşir. İhmaller, toplumun ilgisizliği, insanların savaşın bedelini görmek istememesi Kovic’in iç dünyasında büyük bir kırılma yaratır. Ron Kovic Amerika’ya döndüğünde ise filmin asıl dramatik sahneleri başlar. Hastanelerde gördüğü ihmaller, toplumun savaş gazilerine karşı duyarsızlığı ve kendi bedenine sıkışmışlığı, onu derin bir umutsuzluğa sürükler. Bir zamanlar gururla hizmet ettiği ülkesine yavaş yavaş yabancılaşır. Bu yabancılaşma, onu savaş karşıtı hareketlere yönlendirir. New York’tan Los Angeles’a, Meksika’daki gaziler kampına kadar süren bir iç yolculukta, Ron Kovic kendini yeniden tanımlamaya çalışır. Yavaş yavaş, Kovic’in yaşadığı bu travma politik bir uyanışa dönüşür. Öncesinde öfkeyle başlayan süreç, sonrasında bir farkındalık getirir ve savaşın anlamsızlığını yavaş yavaş kavramaya başlar. Sonlara doğru Vietnam gazilerinin sesi olaraktan savaş karşıtı eylemlerde yer alır ve Amerika’nın kendi öz çocuğuna nasıl ihanet ettiğini haykırmaya başlar.
Film konu itibari ile görüldüğü gibi savaşın bir kahramanlık olgusu değil, tam tersine travmatik bir durum yarattığını anlatır. Dolayısı ile vatanseverlik kavramını ters yüz eder. Yönetmen Oliver Stone, Amerikan toplumunun savaş döneminde körüklediği milliyetçiliğin, bireylerin ruhunda açtığı derin yaraları gösterir. Ron, gençliğinde ülkesine inanarak savaş meydanına gider, ancak sonunda aynı ülke tarafından unutulmuş biri haline gelir. Bu, yalnızca bir askerin değil, bir kuşağın da trajedisidir.
Film, gösterime girdiğinde büyük yankı uyandırmıştır ve eleştirmenler, Oliver Stone’un bu otobiyografik yaklaşımını güçlü bulmuşlardır. Zaten kendisi de Vietnam gazisi olan yönetmen, Ron Kovic’in hikayesine kişisel bir bağla yaklaşmıştır denilebilir. Bu nedenle film, hem belgesel hem de dramatik bir tarza sahiptir.
Tom Cruise’un buradaki performansı da eleştirmenler tarafından büyük övgüler almıştır. Oyuncu, Hollywood’daki yakışıklı yıldız imajını yıkarak, kendini tamamen karakterin içine bırakmıştır. Buradaki rolüyle de Oscar’a aday gösterilmiştir. Film, En İyi Yönetmen dalında ve En İyi Kurgu dallarında Oscar kazanmıştır. Bu da
Oliver Stone’a ikinci Oscar’ını kazandırma fırsatı vermiştir. Bazı eleştirmenlerse, Oliver Stone’un filminin zaman zaman fazla didaktik olduğunu, vatanseverlik eleştirisini açık mesajlarla yaptığını söylese de; bu doğrudanlık zaten yönetmenin üslubunun bir parçası olarak bilinmektedir.
Film, yalnızca bir savaş filmi olmakla kalmayıp; Vietnam savaşı ile bir ülkenin kendi çocuklarını nasıl harcadığını anlatan bir uyanışın ve özeleştirinin hikayesidir. Film sadece Ron Kovic’in değil, tüm bir kuşağın yitirilmiş inançlarının hikayesidir aslında. Oliver Stone, bu filmde bir insanın savaşla, toplumla ve en sonunda kendi vicdanıyla hesaplaşmasını anlatırken, aslında modern dünyanın da en temel ikilemlerinden birine işaret eder o da; idealler ile gerçekler arasındaki uçurumdur.
Bu yüzden film, savaşın bedelini yalnızca askerlerin değil, toplumun tamamının ödediğini anlatan bir film olarak tarihe geçmiştir. İzleyenleri, vatanseverlik, kahramanlık ve fedakârlık kavramları üzerinden yeniden düşünmeye çağırır. Dolayısı ile yönetmen kendi sinemasında bir kez daha politik olmaktan çok, insancıl bir yere evrilir, çünkü bu film ulusların değil, insanların hikayesidir. İnanan, kırılan, düşen ve sonunda yeniden anlam arayan insanların...