Merhaba sevgili okur, bugün sizlerle yakın zamanda okuduğum William Golding’e ve kendisinin romanı olan Sineklerin Tanrısı’na dair söyleşelim istedim.

1911 yılında, İngiltere’de doğan, önce fen bilimleri, sonrasında ise İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyarak Oxford Üniversitesi’nde eğitim gören, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ve sonra uzun süre öğretmen olarak çalışan Golding, savaşta deniz eri olarak görev yaptı ve birçok çarpışmaya katılarak subaylığa kadar yükseldi.

1934 yılında yazdığı şiir kitabıyla kimsenin ilgisini çekmemiş olmasına karşın, 20 yıl süren sessizlikten sonra 1954 yılında Sineklerin Tanrısı kitabıyla büyük bir üne kavuştu.

Aynı zamanda William Golding, 1983 yılında İsveç Akademisi tarafından, “Gerçekle söylenceyi ustaca birleştiren, insanın ruhsal ve fiziksel boyutlarını derinlemesine inceleyen romancı” olarak seçilmesi sebebiyle de, Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldü. 

İkinci Dünya Savaşı’nda görev alan Golding, insanların ne kadar acımasız olabileceğini gözleriyle görmüş olan bir yazarlardan biridir. 

William Golding’in 1954 yılında yazdığı alegorik bir roman olan Sineklerin Tanrısı, bizleri ıssız bir adaya götürmektedir.

Bir atom savaşı sırasında bindikleri uçak vurulup da ıssız bir adaya düşen 6 ile 12 yaş aralığında olan ve ne hikmetle sadece erkek olan İngiliz çocuklarının başlarından geçenlere tanıklık edeceğimiz kitapta, bir otorite sorunsalı karşımıza çıkıyor. Demokrasinin simgesi olan deniz kabuğu kimin elindeyse, konuşma hakkı ona geçiyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde ise deniz kabuğunun kırıldığına tanıklık ediyoruz. 

Kitabın sayfalarında çıktığımız yolculukta, bu çocukların yaşam savaşlarına, birlikte hareket etme çabalarına, işin içinden çıkamayınca aralarından bir lider seçmelerine ve bu seçimle beraber lider seçimine ve yetkilerine dair kavgalarına tanıklık ettiğimiz çocukların, bu kavgaları sonlandırabilmek için gruplara bölünmelerini görüyoruz. Fakat sorunlarını bu yöntemle de çözemediklerine, üstelik sorunları çözememekle de kalmayıp, grupların birbirlerine karşı olan nobranlıklarına da tanıklık ediyoruz.

Çocukların birbirleri arasında yaşanan gerginlikler, güç kavgaları, nobranlıklar, bizlere okurken, Thomas Hobbes’un tasvir ettiği doğa durumunu da düşündürüyor. 

Siyasi bir otoritenin, demokrasinin ve hukukun olmadığı doğa durumunun, tıpkı Hobbes’un dediği gibi, “insanı insanın kurdu”na nasıl dönüştürdüğünü görüyoruz Sineklerin Tanrısı’nı okurken.