Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, ülkenin birinde bir siyasi parti başkanı varmış. 

Ülkesi, türlü türlü problemlerle, sıkıntılarla, dış güçlerle, dolarla, faizle, bin bir çeşit huzursuzlukla uğraşmakta; halkın kafası ise tüm bu problemlerin varlığı noktada, zamansal ve kavramsal olarak kargaşa içerisindeymiş.

Gel gör ki, bu başkanın rakibi de pek çetin, pek güçlü, pek muktedirmiş. Öyle ki bu rakip lider, ülkeyi yönetmekte, bütçeyi belirlemekte, satma yetkisine, alma yetkisine, borçlanma yetkisine sahip olmakla; isterse merkez bankasına başkan atamakta, isterse de yüksek yargıya üye belirlemekteymiş. Bir zaman sonra bu iki lider seçim yarışına girmiş.

Bu sürece varılana kadar ise; kaybeden lider, yürünemez denilen yolları yürümüş, gidilemez denilen yerlere gitmiş, seçime giremez denilen partilerin seçime girmesin katkı sağlamış, yan yana duramaz denilenleri yan yana getirmiş, söylenemez denilen şeyleri söylemiş…

Nitekim gün gelmiş, seçim yapılmış, milyonlarca oy sayılınca, partinin başkanının, ülkenin de başkanı olamadığı görülmüş.

İşte o noktadan sonra işin rengi değişmiş. Etrafındakiler, vay ki vay demişler. Sen değil misin ki bu partiyi yöneten, senin yüzünden bu düştüğümüz haller demişler, sonrasında da neler demişler neler... O güne kadar yanında duran, her işten haberi olan, her taşın altından çıkan, kuş uçsa, kervan geçse kendi mahareti sayanlar, açmışlar ağızlarını yummuşlar gözlerini…

Olacak gibi değilmiş, partisi kurultaya gitmiş, kurultayda daha da demişler, ee kurultay bitmiş, partisinin yeni genel başkanına devir teslim yapmış, evine dönmüş yine demişler, çalışma ofisine gitmiş, daha da demişler, misafiri gelmiş “Oooo!” demişler. Ayıp etmeyin demiş, “Aaaa!” demişler…

Bir yerden sonra işin cılkı çıkmış;
 “ıslık çalarak geziyor” da demişler,
 “siyaset tarihinin en karanlık ve en utanmaz eski genel başkanı” da demişler.
Dilin kemiği yok. 

Nitekim memleketin sıkıntılarının, problemlerinin, tüm kötülüklerinin kaynağını bulmuşcasına, söylenmişler…

Bir Bektaşi sözü de der ki “El vücutta kaşınan yeri bilir”.

Her şeyi demişler, ama iş dönüp kendilerine gelince kaşınan yeri bilememişler. 

Sevgili okur, işin özü, özeleştiriden uzak bir anlayış ve toplum mühendisliği çabası ile yapıcı olmayan, hesaplı, kitaplı eleştirler; problemlere, kalıcı ve doğru çözümler getirmez.

Memleketin yapısal problemlerine karşın, yapısal çözümlere; ahlaka, hukuka, adalete, hakça düzene ihtiyacı var. Kavgaya, gürültüye, kırgınlığa, küskünlüğe, hakaret ve sövgüye değil.

Birlik ve beraberlik dileğiyle, kalın sağlıcakla…