Martin Scorsese’nin En İyi Yönetmen Oscar’ını aldığı ve En İyi Film ödülüne de layık görülen bu filmi, Hong Kong yapımı “Infernal Affairs” (2002) adlı filmin yeniden uyarlanmasıdır. Ancak Martin Scorsese'nin anlatımıyla bu film, yalnızca Asya kaynaklı bir polisiye entrikanın Hollywood uyarlaması olmaktan çıkıp, Boston’un yeraltı dünyasında geçen ahlaki bir çıkmazın hikayesine dönüşmüştür. Geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi Martin Scorsese, Amerikan sinemasının en kendine has, en takıntılı ve bir o kadar da estetik anlatı gücüne sahip yönetmenlerinden biridir. Onun filmleri sadece birer suç hikayesi olarak değil, aynı zamanda insan psikolojisinin karanlık taraflarını da irdeleyen bir yapıdadır. Sadakat ve ihanet arasında gidip gelen bu yeni anlatım tarzıyla film sürpriz sonuyla da izleyiciyi oldukça etkilemiştir.

Filmin kabaca konusu ise şöyledir; Massachusetts Eyalet Polisi ile İrlandalı mafya lideri Frank Costello arasında süregelen karmaşık bir casusluk oyunu oynanmaktadır. Polis teşkilatı, mafyanın içine sızmak üzere gizli görevli olarak Billy Costigan (Leonardo DiCaprio) adında, bir genci görevlendirir. Aynı zamanda, Costello da kendi adamlarından biri olan Colin Sullivan’ı (Matt Damon) polis teşkilatına yerleştirerek sistemin içinde kendi işlerini gizleyecek yer ayarlamıştır. İki taraflı bu paralel kurgu ile devam eden süreç zamanla büyük bir kedi-fare oyununa dönüşür. Her iki köstebek de karşı tarafın ajanını bulmaya çalışırken, hem psikolojik olarak baskı altında ezilirler, hem de kimlik bunalımının en uç noktalarına sürüklenirler. İhanet, sadakat ve kimlik arasındaki çizgiler giderek keskinleşir.

Filmi izlememiş olanlar için daha detaylı konusunu anlatmak yerine filmdeki karakterlerden bahsedersek; Leonardo DiCaprio'nun canlandırdığı Billy Costigan karakteri, film boyunca içsel çatışmalarla boğuşan bir karakterdir. Asi bir polislik geçmişinden geldiği için sisteme girmekte zorlanır, ama adaleti sağlamak için kendi hayatını tehlikeye atmaktan çekinmez. Leonardo DiCaprio sergilediği performansıyla, canlandırdığı karakterin kırılganlığı ile sertliği arasında ustaca bir denge kurmuştur. Matt Damon'ın canlandırdığı bir diğer önemli karakter olan Colin Sullivan karakteri de çocukluktan beri mafya lideri Costello tarafından yetiştirilmiş bir ajandır. Dışarıdan başarılı bir polis memuru gibi görünse de içten içe korku, panik ve suçluluk duygusuyla boğuşur. Matt Damon’ın bu çift taraflı oyununu soğukkanlı bir yüz ifadesiyle sergilemesi de ayrıca dikkat çekici bir oyunculuk olmuştur. Son önemli karakter olan Frank Costello karakteri ise, İrlandalı mafya babası rolündeki Jack Nicholsondır. Filmde adeta şeytanın vücut bulmuş hali gibidir. Hem karizmatik hem de tüyler ürpertici bir karakter olarak mafya babası rolünü başarıyla canlandırmıştır. Karakterin ilham kaynağının gerçek hayattaki gangster Whitey Bulger olduğu bilinmektedir.

Filmde her iki baş karakter de çift hayat yaşamaktadırlar ve bu durum zamanla onları psikolojik olarak oldukça yıpratır. Billy Costigan, gerçek kimliğini kaybetme korkusuyla yaşarken; Colin Sullivan, sahte kimliğine tamamen adapte olmuştur. Martin Scorsese bu filmle, izleyiciye bireyin kimliği ve aidiyeti arasındaki çatışmayı sert bir şekilde sorgulatmıştır. Aslında filmde suç ve hukuk arasındaki sınırlar tam da net değildir. Polislerin içinde yozlaşma, diğer taraf olarak mafyanın içinde ise tam tersi olarak belirli bir düzen vardır. Martin Scorsese, burada bir nevi klasik Amerikan kahraman anlatısını ters yüz ederek, seyirciyi sürekli olarak "doğru" olanı sorgulatmaya çalışmıştır. Sadakat ve bağlılık, filmde en çok sorgulanan değerlerden biridir. Karakterlerin kime sadık oldukları, bunu neden yaptıkları ve ne uğruna ihanet ettikleri filmin ana gerilim noktasıdır.

The Departed filmi, eleştirmenlerden de büyük övgü almıştır. Uzun yıllar boyunca Oscar’ı kazanamayan Martin Scorsese’ye nihayet 2007’de “En İyi Yönetmen” ödülünü getirmiştir. Film aynı zamanda “En İyi Film”, “En İyi Uyarlama Senaryo” ve “En İyi Kurgu” dallarında da ödül almıştır. Eleştirmenler, filmin karmaşık yapısını ve karakterlerin derinliğini överken, bazıları ise kadın karakterlerin zayıf yazıldığını ya da filmin orijinal versiyonuna göre fazla uzatıldığını savunmuşlardır. Ancak genel görüş, filmin Martin Scorsese’nin en başarılı yapımlarından biri olduğu yönündedir.

“The Departed” Türkçe adıyla Köstebek filmi için, sadece polisiye bir gerilim filmi değil, aynı zamanda, ahlaki çöküşün ve kimlik çatışmasının ustalıkla işlendiği duygusal bir karakter dram filmidir de denilebilir. Martin Scorsese suç filmleri geleneğini sürdürürken, aynı zamanda bu türün sınırlarını da genişleten bir yapıt ortaya koymuştur. Film, izleyicisini hem hikayenin içindeki entrikaya hem de karakterlerin içsel fırtınalarına ortak ederek, ihanetin, sadakatin, kimliğin ve ölümün birbirine karıştığı bu dünyada, en büyük düşmanın bazen insanın kendisi olduğunu göstermeye çalışmıştır. Martin Scorsese'nin yıllardır işlediği temaların bu filmde bu denli yoğun bir biçimde birleşmesi, “Köstebek”i yönetmenin filmografisinde özel bir yere koymuştur. Belki de en önemlisi film bittiğinde, seyirci bir süreliğine kendi kimliğini de sorgular hale gelmiştir. Filmi izlemeyenlerin izlemesini mutlaka tavsiye ederim. İyi seyirler...