2010 yapımı “Shutter Island” Türkçe adı ile “Zindan Adası” filmi, Martin Scorsese'nin yine gangster filmlerinden farklı bir konu işlediği psikolojik gerilim ve ruhsal çatışmalarla dolu diğer filmlerinden tarz olarak farklı bir yapımıdır. Dennis Lehane’in aynı adlı romanından uyarlanan film, izleyiciye başlarda bir dedektif hikayesi gibi gösterilse de, yavaş yavaş psikolojik bir gerilim hikayesine dönüşmüştür. Gerçek ile hayal, akıl ile delilik arasındaki sınırlarlar sürekli değişerek izleyici şaşırtıcı bir sonla baş başa bırakılmıştır. Filmin oyuncu kadrosunda; Leonardo DiCaprio, Mark Ruffalo, Ben Kingsley, Michelle Williams , Emily Mortimer ve Jackie Earle Haley gibi oyuncular rol almışlardır.

Filmin konusu, 1954 yılında Boston açıklarında, yalnızca ağır akıl hastalarının tutulduğu ve dış dünyadan kopuk bir yer olan Shutter Island’daki Ashecliffe Akıl Hastanesi’nde başlar. İki ABD’li federal polis, Teddy Daniels (Leonardo DiCaprio) ve Chuck Aule (Mark Ruffalo), Massachusetts açıklarındaki bu akıl hastanesine gönderilirler. Burası, yalnızca ağır suçlulara özel bir tımarhanedir. Görevleri, hastalardan biri olan Rachel Solando’nun gizemli kayboluşunu araştırmaktır. Ancak adaya adım attıkları andan itibaren çeşitli tuhaflıklar sezerler. Sert fırtınalar, kapalı koridorlar, sessiz doktorlar ve korkutucu hastalar… Her şey, Teddy’nin şüphelerini artırır. Teddy araştırma ilerledikçe hastanenin derinliklerinde gizlenen karanlık sırların peşine düşer. Ancak soruşturma, onun kişisel geçmişiyle iç içe geçmeye başlar. Karısının ölümü, savaş yıllarında yaşadığı travmalar ve gördüğü halüsinasyonlar Teddy’nin zihnini parçalamaktadır. Film, finalde bütün gerçekliği tersyüz eden çarpıcı bir gerçekle seyirciyi baş başa bırakır: Teddy aslında kendisini federal ajan sanan bir hastadır; gerçek adı Andrew Laeddis’tir ve adadaki en tehlikeli mahkumlardan biridir. Yaşadığı bütün soruşturma, doktorların ona gerçeği hatırlatmaya çalıştığı bir oyundur.

Film, seyirciyi sürekli şüphede bırakmaktadır. Böylelikle Teddy’nin gördükleri gerçek mi, yoksa zihninin bir oyunu mu? sorusu, Hitchcockvari bir psikolojik gerilim atmosferi yaratmıştır. Aslında mekan olarak “Zindan Adası” sembolik bir anlatım olmuştur. Çünkü vurgulanmak istenen; Andrew Laeddis’in kendi zihninde kurduğu hapishanenin, dolaylı olarak insanın kendi zihninde kurduğu hapishanenin, en az gerçekteki ada kadar kapalı ve kaçışsız olduğu vurgulanmak istenmiştir. O dönemde Ashecliffe Hastanesi, sadece bir tedavi merkezi değil, aynı zamanda dönemin tartışmalı psikiyatrik yöntemlerinin (lobotomi, deneysel ilaçlar) işlendiği bir mekandır. Film bu yönüyle de soğuk savaş dönemi paranoyalarını da işlemiştir.

Tüm bu doneleri ele aldığımızda Zindan Adası filminin ana teması olarak, gerçek ile yanılsama arasında ince bir çizgi olduğunun vurgulanmak istendiğini söyleyebiliriz. Film, bir insanın kendi zihninde kurduğu dünyada yaşayabilmek için gerçeği inkar edişini anlatır aslında. Teddy/Andrew, yaşadığı travmanın acısıyla yüzleşmek yerine, kendisini kahraman bir polis olarak hayal etmeyi seçmiştir. Böylelikle suçluluk duygusunu bastırmaya çalışır. Teddy Daniels karakteri, travmaları ve kayıplarıyla yüzleşemeyen, gerçeklikle bağını koparmış bir karakterdir. Leonardo DiCaprio’nun başarılı performansı da, paranoyanın, öfkenin ve çaresizliğin tüm belirtilerini başarılı biçimde izleyiciye geçirmiştir.

Film atmosferi, gerilimi ve kurgusal anlatımı ile büyük övgüler almıştır. Leonardo DiCaprio’nun performansı da özellikle dikkat çekmiştir. Eleştirmenler tarafından, canlandırdığı karakterin paranoyasını ve içsel çöküşünü son derece inandırıcı oynadığı vurgulanmıştır. Bazı eleştirmenlerse, hikayenin fazla uzun tutulduğunu ve yer yer gereksiz karmaşık hale geldiğini savunmuşlardır. Buna rağmen Zindan Adası filmi, yıllar içinde yeniden izlendikçe değer kazanan filmlerden biri haline gelerek, her izleyişte yeni ayrıntılar fark edilmesiyle de kült film statüsüne yaklaşmıştır diyebiliriz. İyi seyirler…