Geçtiğimiz yıl şubat ayı tüm Türkiye için atlatması güç acılarla doluydu. Sonrası bu acılar geçti mi derseniz, geçmedi elbet, tıpkı diğerleri gibi. Dün 6 Şubat’ta yaşanan depremlerin yıl dönümüydü. Acılar hala tazeyken yaralara basılan tuzlar cabası oldu. 

Hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum daha önce de bu köşede değindiğimiz bir hakkı. 

Kent hakkı!

David Harvey kent hakkını şöyle tanımlar: 

“Şehir hakkı, şehir kaynaklarına bireysel olarak erişme özgürlüğünden çok daha fazlasıdır; şehri değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır, dahası bireysel değil ortak bir haktır çünkü bu dönüşüm kaçınılmaz olarak şehirleşme süreçlerini yeniden şekillendirecek kolektif bir gücün uygulanmasına dayanır. Şehirlerimizi ve kendimizi yapma ve yeniden yapma özgürlüğü, iddia ediyorum, insan haklarımızın içinde en kıymetli ve en ihmal edilmiş haktır.” 

Bu hakkı Henri Lefebvre ise “Kent hakkı bir haykırış, bir istektir” diyerek tanımlar.

Bu tanımlamalardan hareketle akıllarımızda hemen David Harvey’in de sorduğu şu soru canlanır:

“Şehir kime aittir?”

Bir kenti benimsemek, oraya ait hissetmek için, o kentin herhangi bir yerinde mülk sahibi olmak değil, o kente dair alınan kararlarda fikrinizin önemseniyor olması gerek, katılımcı olmak, kentin yeniden tasarlanması ve üretilmesinde etkin bir role sahip olmak gerek. Sermayenin kente müdahaleleri karşısında sağlamayı arzu ettiği faydayı doğru değerlendirip, gereksiz müdahaleleri karşısında o dönüşüme izin vermeme hakkını elinde bulundurmak, kentin kendine ait hafızasını her daim koruma imkanına sahip olmak gerek.

Daha önce de sormuştum, yine sorayım, bizler şehrimizle ilgili alınan kararlarda ne kadar katılımcıyız, kimler değişiklikler yaparken sahiden hepimiz için üstün kamu yararını gözeterek adım atıyor? Bu noktada Harvey’in sorusu yeniden önem kazanıyor, şehir sahiden kime ait sizce? 

Yaşadığımız hiçbir yeri sahipsiz bırakmama, hafızalarımızdaki sokaklarını, parklarını, yollarını koruma, en önemlisi çocukların şen sesleriyle tüm köşelerini doldurabilme umuduyla… 

Şubat ayında yitirdiğimiz herkesin anılarına ve geride kalanların acılarına saygıyla, Edip Cansever’in dizeleriyle bitiriyorum sözlerimi:

“Ah güzel Ahmet abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.”