Bir kentin halkı için en acı şeylerden bir tanesi sanırım, geçmişinle olan bağın kopması olabilir. 
Kahramanmaraş depremlerinin yıldönümü için geçen hafta en çok can kaybının yaşandığı ve benim de depremin ilk saatlerinden itibaren yaklaşık 15 gün kaldığım Hatay’a gittim. 

Geçen yıl bu zamanlarda Antakya’nın yıkım yaşanan neredeyse her mahallesine adım attım. Giremediğim çok fazla sokak olduğunun farkındayım ama bir kaç gün sonra Antakya’da neredeyse hiç navigasyon kullanmadan araç kullanabilecek kadar sokakları, caddeleri öğrenmiştim.

İnsan beyni fotoğrafik bir hafızaya sahip. Beyin, genellikle gördüğümüz bir şeyin en son halini ön saklıyor ve ilk olarak da onları zihnimizde canlandırıyoruz. Bir kişinin, çevrenin, en son halini kaydediyor ve saklıyor beyin. Kelse kel, şişmansa şişman, güzelse güzel. Yön bulma içinde geçerli. Sokakları, caddeleri, apartmanların rengine göre, sokak ışıkları, mağaza tabelaları, köşe başındaki bir ağaç ile kodluyoruz.
2 Şubat günü Antakya’ya ulaştığımda benden daha önce bölgeye gitmiş arkadaşlarımla buluşacaktık. Buluşmak için aradıklarında geçen sene depremin ilk günlerinde birbirimize tarif ettiğimiz gibi tarif ettiler nerede olduklarını. İlk dikkatimi çeken şey trafik yoğunluğunda benim oradan ayrıldığım güne oranla bir artış olduğuydu. Ana yoldan ara sokaklara doğru yöneldiğim de ise bir anda yönümü şaşırdım. Nerede olduğumu tanıyamadım. Belleğimdeki o sakaklardan eser yoktu. Tek tük bir kaç bina kalmış gerisi kocaman bir boşluk.

Ana yollarda gördüğüm o kalabalık trafiğin aksine kimse yoktu. Bir enkaz ve çamur çölü üzerinde ilerliyordum. Hiçbir yeri tanıyamıyor yol gibi görünen zemin üzerinde bir sağ bir sola dönerek gitmeye çalıştığım noktayı hatırlatacak bir iz arıyordum.10-15 dakika sonra pes ederek navigasyona başvurmak zorunda kaldım. 

İçinde bulunduğun yerleri tanıyamamak sadece bana özgü değildi. Sonunda buluşabildiğim arkadaşlarımın da yaşadığı, deneyimlediği bir şeymiş. Biz gazeteci olarak orada gelip geçici insanlardık ama orada yaşayan halkın da aynı şeyleri yaşadığını gözlemledik. Birbirlerine, yakınlarının deprem ve enkaz kaldırılmadan önce oturdukları evlerin yerlerini anlatmaya çalışıyorlardı. Yüzlerinde şaşkın ifadesi ile  Doğma büyüme orada yaşamış mahallelerinden sokaklarından kopamamış bu insanlar artık sokalarını bile tanıyamıyorlardı. 

İnsanın alışmadığı bir durum yok sanırım. Zorlanma, kabullenme sürelerimizde değişiklikler olsa da bir şekilde içinde olduğumuz duruma uyum sağlaya biliyoruz. Deprem bölgelerinde yaşayan halktan edindiğim izlenim bu durumu geçici olarak kabullenmişler ve şehirlerinin yeniden yaşanabilir bir yer oluncaya kadar geçecek süreyi kabullenmişler. Ama çok fazla da uzun sürmemesi de tek temennileri. Tekrar bir araya gelebilecekleri çarşının, pazarın, sokakların, parkların, mağazaların açılacağı günleri hasretle bekliyorlar. Belki bir çok aşina olduğu kişilerin eksikliklerini o zaman anlayacaklar.

Çocuklar bu yaşananlardan etkilendiğini en iyi uzmanlar açıklayabilirler. Ama bana sanki çocuklar birbirinin ilacı gibi geliyor. Özellikle eski Antakya’da dolaşırken yıkılmamış evlerde yaşayan ailelerin çocuklarının birbirleri ile oynadıkları oyunlarla bu kötü zamanları aşmalarına yardımcı oluyor gibiydiler.
Bu büyük acının, yasın bir ilacı yok ama dayanışma ile üstesinden daha gelinebilir seviyeye gelebilecek sanırım. Şehir yaşanabilir bir hale geldikçe, diğer illerde yaşamak zorunda kalan insanlar memleketlerine döndükçe dayanışma daha da artacak, sosyal hayat canlanacak.