Martin Scorsese’nin 1991 tarihli “Cape Fear” Türkçe adı ile “Korku Burnu” filmi, hem bir yeniden çevrim hem de yönetmenin klasik Hollywood gerilimlerine kendi yorumunu kattığı farklı bir filmidir. Aslında film, J. Lee Thompson’un 1962 tarihli aynı adlı filminin yeni bir yorumudur. Her iki filmde 1957 yılında, John D. MacDonald'ın yazdığı “The Executioners” romanının uyarlamasıdır. Martin Scorsese, bu projeye ilk etapta pek sıcak bakmamış olsa da, yapımcılar ve Robert De Niro’nun ısrarıyla filmin başına geçmiştir. Sonuç olarak ortaya çıkan yapım, sadece bir “yeniden çevrim” olmaktan çıkıp, aile yapısı, suç, ahlak ve şiddet üzerine konuları farklı bir bakış açısıyla işleyen bir filme dönüşmüştür. Filmin oyuncu kadrosunda ise Robert De Niro, Nick Nolte, Jessica Lange, Juliette Lewis, Joe Don Baker, Robert Mitchum ve Gregory Peck gibi oyuncular rol almışlardır.

Film, başarılı bir avukat olan Sam Bowden’ın ve ailesinin huzurlu yaşamına musallat olan eski bir mahkumun, Max Cady’nin hikayesini anlatmaktadır. Sam, yıllar önce Max Cady’nin işlediği bir suçun avukatlığını yapmış, fakat onu kurtarabilecek bazı bilgileri görmezden gelmiştir ve bu belgeleri gizlemiştir. Bu etik dışı karar, Max Cady’nin 14 yıl hapiste kalmasına neden olur. Suçu işlediğinde okuma yazma bilmeyen Max, hapiste okuma yazma öğrenerek, kendisinden belgelerin gizlendiğini öğrenir. 14 yıl sonra hapisten çıkan Max Cady, sadece intikam için değil, aynı zamanda Bowden ailesinin sahte ve yüzeysel yaşantılarını da yerle bir etmek için ortaya çıkar. Önce küçük tehditler, gözdağları ve sinsice yaklaşımlar yapar. Ardından aileyi yavaş yavaş psikolojik baskı altına alır. Özellikle Sam’in karısı Leigh (Jessica Lange) ve genç kızı Danielle (Juliette Lewis) üzerinden kurduğu oyunlarla, ailedeki kırılganlıkları açığa çıkarır. Filmin sonu ise Max Cady’nin Bowden ailesiyle birlikte Cape Fear nehrinde geçen dehşet dolu yüzleşmesiyle son bulur.

Robert De Niro 'nun canlandırdığı Max Cady karakteri filimin en unutulmaz karakteridir. Dövmelerle kaplı, dindar görünümlü ama aslında saplantılı bir psikopatı canlandırmıştır. Robert De Niro, bu rol için özel olarak kilo almış, kaslarını geliştirmiş ve ürkütücü bir görünüm kazanmıştır. Nick Nolte'nin canlandırdığı Sam Bowden karakteri de, başarılı ve saygın bir avukat olarak görünse de, aslında ahlaki açıdan pek de düzgün olmayan bir karakterdir. Karısıyla sorunları, iş hayatındaki etik dışı kararları ve kızıyla iletişimsizliği, onun zayıf noktalarıdır. Max Cady de işte bu zayıflıkları hedef olarak kullanır. Bir diğer önemli karakterde Leigh Bowden'dır. (Jessica Lange) kendisi Sam’in eşidir ve evliliğinde mutsuzluk ve güvensizlik yaşamaktadır. Cady’nin ortaya çıkışıyla birlikte hem korku, hem de içsel çatışmalar yaşamaya başlar. Son önemli karakter ise Danielle Bowden'dır. (Juliette Lewis) Filmde belki de en kritik karakterdir. Gençliğinin getirdiği kırılganlıklarıyla Cady’nin manipülasyonlarına açık hale gelir. Özellikle okulda yaşanan sahneler, onun üzerindeki psikolojik oyunların etkileyiciliğini daha çok ortaya çıkarmıştır. Juliette Lewis’in bu filmdeki performansı, ona Oscar adaylığı da getirmiştir.

Film, adalet ve intikam üzerinden aslında, adalet sisteminin ne kadar güvenilir olduğu ve kişisel intikamın sınırları üzerine düşündüren bir film olmuştur. Hatta filmin ortalarında Max Cady, yasal sistemi kendi lehine kullanarak, Sam’in yozlaşmış adalet anlayışını ifşa eder. Kötü adam gibi görünse de, bir noktada seyirci “haklı olabilir mi?” sorusuyla baş başa bırakılır. Bowden ailesi, dışarıdan bakıldığında uyumlu bir çekirdek aile gibi görünse de Max Cady’nin gelişi, aslında bastırılmış sorunlarını açığa çıkarmıştır. Yani Cady, hem tehdit eden bir dış unsur olmuştur, hem de içsel çatışmaları ortaya çıkartan bir etken. Martin Scorsese, şiddeti yalnızca Cady’de değil, Sam’in içinde de açığa çıkarmıştır. Avukat karakteri, sonunda ailesini korumak için hukuk dışına çıkmak zorunda kalan eylemler yapar. Bazı yorumcular belki tüm bu nedenlerle filmi fazla şiddet içerikli ve rahatsız edici bulmuşlardır. Özellikle Cady’nin aile üzerindeki psikolojik işkencesi, bazı seyirciler için fazla sertti olarak tanımlanmıştır. Ancak tam da bu yönüyle film, 90’ların başında gerilim türünün yeniden canlanmasına öncülük etmiştir.

Evet Cape Fear filmi, aslında klasik “kötü adamın aileyi tehdit ettiği” bir gerilim filmidir diyebiliriz. Fakat filmin yönetmeni Martin Scorsese, karakterlerin içindeki karanlığı ortaya çıkararak, adalet, suçluluk ve ahlak üzerinde daha çok durmuştur. Robert De Niro’nun canlandırdığı, Max Cady karakteri, yalnızca sinema tarihinin en korkutucu karakterlerinden biri olmakla kalmayarak, aynı zamanda seyirciyi “adaletin sınırları nerede başlar, nerede biter?” sorusuyla da baş başa bırakmıştır. Film için özetle şunu söyleyebiliriz; bugün hâlâ izlenildiğinde tüyler ürperten atmosferi, başarılı oyunculukları ve ahlaki ikilemleriyle Cape Fear filmi, Martin Scorsese’nin diğer filmlerinin içerisinde özel bir yere sahiptir. İyi seyirler...