Ankara’nın Dereleri: Kaybolan Akışların Hikâyesi
Ankara denince çoğumuzun aklına kuru bozkır, gri binalar ve sessiz sokaklar gelir. Oysa başkent, bir zamanlar onlarca derenin çevresinde gelişen canlı bir yerleşimdi. Bent Deresi’nden Dikmen’e, İncesu’dan Çubuk Çayı’na kadar pek çok dere, kentin damarları gibi akıyordu. Bugün çoğu ya beton kanallara hapsedilmiş ya da tamamen yok olmuş durumda. Yine de bu dereler, Ankara’nın hafızasında hâlâ yaşıyor.
Tarihin İçinde Akan Sular
Ankara’nın dereleri, yalnızca doğal coğrafyanın değil, aynı zamanda sosyal hayatın da belirleyicileriydi. 20. yüzyılın ortalarına kadar bu dereler, çocukların oyun alanı, kadınların çamaşır yıkadığı yer, işçilerin serinlemek için uğradığı mola köşesiydi. Bent Deresi’nin kenarında yaz akşamları kurulan sofralar, İncesu’nun kıyısında oynayan çocuklar, Tabakhane Deresi’nin çevresinde şekillenen esnaf hayatı… Hepsi bu kentin kimliğini örüyordu.
Ne var ki, şehir büyüdükçe dereler betonla kapatıldı, üstlerine yollar ve apartmanlar yapıldı. Bugün Kızılay’dan evinize dönerken, Diken’in de yazdığı gibi, “en az otuz dereyi fark etmeden geçiyorsunuz.” Yani dereler hâlâ orada, ama görünmezler.
Tek Tek Ankara’nın Dereleri
- Bent Deresi: Bir zamanlar şehrin en bilinen suyu. Şimdi çoğu insan yalnızca adını hatırlıyor.
- Hatip Çayı ve Tabakhane Deresi: Ankara’nın üretim geçmişinin simgeleri. Tabakhanelerin kurulduğu bu bölgede su, hem hayat hem de geçim kaynağıydı.
- Dikmen Deresi: Yıllarca gecekondu yaşamının ortasında aktı. Bugünse kentsel dönüşüm projelerinin gölgesinde kayboldu.
- İncesu: Çocukların yaz aylarında serinlediği, mahalle kültürünün parçasıydı. Artık neredeyse tamamen görünmez durumda.
- Çubuk Çayı: Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan şehre kuzeyden can veren bir akarsu. Bugün barajlarla ve setlerle çevrili.
Ekşi Sözlük’te insanların yazdığı anılar, bu derelerin yalnızca coğrafi değil, duygusal bir hatıra da olduğunu gösteriyor. Birçok kişi, çocukluğunu dere kenarında geçirdiğini anlatıyor.
Kültür ve Sanatta Dereler
Ankara’nın görünmezleşen dereleri, sanatçılar için bir hafıza kaynağına dönüştü. Under the Road, The River adlı belgesel, bu görünmez akışları yeniden hatırlatıyor. Kamera, kapatılmış dere yataklarını, unutulmuş köprüleri, betonun altındaki suyun izlerini arıyor. Belgesel, yalnızca suyun değil, aynı zamanda kentin unutulmuş hafızasının da peşine düşüyor.
Ayrıca Ankara Kiwanis Derneği’nin araştırmalarında, şehrin 40’tan fazla dere ismi kayıtlı. Her biri, kentin doğal yapısının ne kadar zengin olduğunu gösteriyor. Bugün bu isimler, yalnızca mahalle tabelalarında ya da eski hatıralarda karşımıza çıkıyor.
Instagram’da Güncel Bir Yansıma
Bu belleğin güncel bir yüzünü görmek isteyenler için önemli bir örnek var.
👉 [Instagram İçeriğini İnceleyin](https://www.instagram.com/p/DPy-RkoAl_s/)
Bu paylaşım, derelerin üzerinin nasıl kapatıldığını, kent yaşamının görünmez damarlarının nasıl yok edildiğini çarpıcı biçimde hatırlatıyor. Beton blokların altında kaybolan dereler, aslında Ankara’nın kaybolan belleğinin de simgesi.
Doğal Afetler ve Hafıza
Bugün Ankara’da yaşanan her sel felaketi, bu derelerin unutulmuş varlığını yeniden gündeme taşıyor. Şiddetli yağmurlar sonrasında taşkınlarla dolan yollar, aslında derelerin kendilerini hatırlatış biçimi. İnsan eliyle susturulmuş bu sular, doğanın en güçlü hafıza taşıyıcılarından biri olarak geri dönüyor.
Bir Kentin Kaybolan Ama Hatırlanan Suları
Ankara’nın dereleri artık gözle görülmese de, şehrin kolektif hafızasında varlıklarını koruyor. Çocukluk anılarında, sel haberlerinde, belgesellerde, sosyal medya paylaşımlarında… Hepsi bir araya geldiğinde Ankara’nın gerçek yüzünü gösteriyor: Bozkırın ortasında bile akmayı sürdüren, ama görünmez kılınmış bir su kenti.
Belki de bu yüzden, her yağmur sonrası taşan sokaklarda dolaşırken, geçmişin sesini duyar gibi oluyoruz: Dereler hâlâ orada.