Oryantalizm / Şarkiyatçılık, Batı’nın Doğu toplumlarını, kültürlerini, dillerini ve halklarının incelendiği alanların tümüne verilen addır. Şarkiyatçılık denildiğinde de akla ilk olarak Edward Said’in “Oryantalizm” kitabı gelir. Said bu eserinde, Batılıların Doğu’yu ele alırken bütünü ile kendi görüşlerinden ve varsayımlarından hareket ettiklerini, hayallerini konuşturduklarını ve Batı’nın çıkarlarına uygun, uydurma bir Doğu manzarası çizdiklerini belirtir… Batılılara bu günahlarını kendi ağızlarıyla itiraf ettiren Said, Louis Massignon’dan aktardığı şu cümlelerle görüşlerini doğrulamaktadır: “Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar, derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hale geldiler.” Edward Said’den hareketle bugün size bir başka önemli kitaptan söz edeceğim. Bu, Kopernik Kitap’tan 2018 yılında yayımlanan Nabil Matar imzalı “Keşifler Çağında Türkler, Mağripliler ve İngilizler” isimli kitap. On yedinci yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar yüzlerce Mağripli ve Türk (Osmanlı), ticaret yapmak için İngiltere ve Galler limanlarına uğrar. Bazıları Londra’da sıradan meslek sahibi bile olur. Britanyalılar, hayret ve hayranlıkla Arap atlarına binen ve farklı yemekler yiyen bu yabancıları tanır. Bu sırada Berberi korsanlar da Britanya kıyılarına saldırır, yakalandıklarında Plymouth zindanlarına atılır ya da Southampton Mahkemelerinde yargılanırlar. Buna karşılık İngiliz vatandaşları, Müslüman devletlerin ordusunda paralı asker olarak görev yapar, Britanyalı tacirler de Tunus ve Fas limanlarını ticaret için kullanır. İngiliz asıllı maceracılar, Atlantik ve Akdeniz’de her ulustan insanı içinde barındıran korsanlar topluluğuna katılır, Avrupalı tutsaklar, Cezayir toplumunda, gemilerinde hizmet eder ve Fez’den İskenderiye’ye, Saly’den Mocha’ya köle olarak dolaşır. İşte Nabil Matar, “Keşifler Çağında Türkler, Mağripliler ve İngilizler” isimli kitapta, Müslüman-İngiliz ilişkilerinin sosyal ve tarihi boyutlarını yeni belgeler ışığında okuyucuya sunuyor. Matar, Shakespeare’in batıl inançları olan “Mağripli karakteri” (Othello) veya Goffe’un “zalim Turk” karakteri gibi edebiyat metinlerinde yer alan tek yönlü bakış açısı yerine, şimdiye kadar incelenmeyen mahkeme kayıtları, tutsakların anıları, devlet arşivleri ve Arapça yazılan tarihi kayıtları kullanarak konuyu tartışıyor. Bu araştırmanın sonucunda Avrupalıların kurguladığı, Avrupa-merkezli ve kendinden olmayan Müslüman toplumları hâkimiyet altına almayı öncülleyen İslam imgesine alternatif olacak şekilde Elizabeth ve Stuart dönemi İngilteresi’nde, Britanyalılar ve Müslümanlar arasında var olan gerçek ilişki ve iletişimi temel alan, çok daha şaşırtıcı ve güçlü bir söylem ortaya çıkıyor. Ayrıca bu eserde, Britanyalıların Müslümanlarla ve Amerikan yerlileri ile karşılaşmasının ilginç bir şekilde aynı anda meydana geldiği de anlatılıyor. Matar, dönemin iki önemli yazarı olan Hyklut ve Purchas’ın okuyucularına da bu iki farklı dünyayı aynı anda anlattığını belirtiyor ve bu dönemde doğuya (Akdeniz ve Kuzey Afrika) giden İngilizlerin sayısının, batıya (Amerika) gidenlerden, Kuzey Afrika ve Akdeniz’de yaşayanların sayısının Yeni Kıta’ya yerleşenlerden çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Yazar ayrıca Müslümanlar ve Kızılderililer arasındaki keskin siyasi ve tarihi farklılıklara rağmen Elizabeth ve Stuart dönemi İngiliz yazarların, her iki toplumu nasıl bir diğeri ile karşılaştırmalı olarak algıladığına ve bu iki toplumu birbirine benzeterek anlattığına dikkat çekiyor. Amerikan yerlileri için kurguladıkları cinsellik algısını Müslümanlara uyarlayarak ve Müslümanlara karşı kullandıkları Kutsal Savaş (Haçlı Seferi) ideolojisini, Kızılderililere uyarlayarak (ki hemen belirtelim: bu ideoloji ile yerliler soykırıma tabi tutulmuştur) Elizabeth ve Stuart dönemi Britanyalı yazarlar sadece şarkiyatçılığın (oryantalizm) temelini atmamış aynı zamanda on sekiz ve on dokuzuncu yüzyılda gerçekleşecek olan Akdeniz hâkimiyetine de zemin hazırlamışlardır. Ayrıca Matar’ın bu detaylı çalışması, İngilizlerin coğrafi ufukları ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Çünkü Rönesans dönemi, Amerika Kıtası’nın istilası, İngiliz şarkiyatçılığı ve sömürgeciliğinin de temelini oluşturmaktadır. Bu çalışma aynı zamanda sorumlu bir şekilde yapılacak İngiliz tarih araştırmalarında ırkçılık, basmakalıp düşünceler ve insanları aşağılamak için kullanılan söylemlerin ne kadar değişken olabileceği konusunda okuru aydınlatmaktadır.