Cumhuriyet’e giden yolun son aşamaları ve Cumhuriyet’in ilanı için 97 yıl önce Ankara'da Ekim ayında 29 Ekim’e  birkaç gün kala heyecanlı gelişmeler yaşanıyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin Bakanlar Kurulu Başkanı Fethi (Okyar) Bey'di. Bu göreve Rauf (Orbay) Bey'in istifa etmesiyle İçişleri Bakanı iken 13 Ağustos 1923’te  Bakanlar Kurulu Başkanlığına da seçilmişti. Meclis’te Fethi Bey’in Başkanlığındaki Bakanlar Kurulu’na ve özellikle Fethi Bey’in kendisine karşı eleştiriler başladı. İş başındaki bakanları beğenmiyorlardı. Fethi Bey, dikkatini ve gücünü Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevinde toplayabilmek için İçişleri Bakanlığı’ndan çekildi. Aynı gün Meclis İkinci Başkanlığı da Ali Fuat Paşa’nın çekilmesiyle boşalmıştı. Ekim başlarında Meclis'in bütün gücüyle hükûmete yüklendiği görülür. Meclis'in bu tutumunu Atatürk Söylev (Nutuk)’de şöyle anlatır:              “Baylar, çok geçmeden Meclis’te Fethi Bey’in Bakanlar Kurulu'na ve özellikle Fethi Bey'in kendisine karşı iğnelemeler ve eleştiriler başladı. Anlaşıldığına göre kimi milletvekillerinde bakan olmak istek ve dileği artmıştı. İş başındaki bakanları beğenmiyorlardı. (Fethi Bey, dikkatini ve gücünü Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevinde toplayabilmek için İçişleri Bakanlığı'ndan çekildi. Yine o gün, Meclis İkinci Başkanlığı da Ali Fuat Paşa'mn çekilmesiyle boşaldı. (24 Ekim 1923) Bizimle görüşte ve çalışmada uzlaşıp birleşmeyi gerekli görmeksizin bağımsız ve gizli olarak çalışan küçük bir grup belirdi.  Bu grup temiz yüekli ve haksever gibi görünerek, bütün parti üyelerine kendi görüşlerini benimsetmede başarılı olmaya başladı. Öneğin, bir parti toplantısında, İçişleri Bakanlığı'na Erzincan Milletvekili Sabit Bey'in ve Meclis İkinci Başkanlığı'na da İstanbul'da bulunan Rauf Bey'in, Meclis'çe seçilmesini sağladı (25 Ekim 1923). Oysa ben, Sabit Bey'in İçişleri Bakam olmasını uygun görmemiştim. Sabit Bey'inkimi illerde vali olarak çalıştırılmış bulunmasını, yeni Türkiye'nin içişlerini yeni koşullarla yönetebileceğine yeterli kanıt sayamıyordum. Rauf Bey'inde, Meclis İkinci Başkanlığı'na seçilmesini doğru bulmuyordum. Çünkü Rauf Bey, daha dün Bakanlar Kurulu Başkanı idi. Ne gibi duyguların etkisi altında çalıştığından dolayı, başbakanlıktan çekilmek zorunda bırakıldığı biliniyordu. Buna karşın, onu Meclis'in İkinci Başkanlığı'na getirmekle, bütün Meclis’in onun görüşüne katıldığını; yani bütün Meclis’in Lozan Barış Antlaşması'nı yapan ve Bakanlar Kurulu'nda Dışişleri Bakanı olarak bulunan İsmet Paşa'ya karşı olduğunu göstermek amacı güdülüyordu. Bakanlar kurulu çalışmalarının her gün temelsiz birtakım nedenlerle çığırından çıkarıldığı kanısına vardıktan sonra uygulamak için sırasını beklediğim bir tasarının uygulama zamanının geldiği yargısına varmıştım. (…)  Gerek Bakanlar Kurulu Başkanı Fethi Bey'in, gerek öbür bakanların çekilmeleri zamanının geldiğini ve bunun gerekli olduğıınu ileri sürdüm. Yeni Bakanlar Kurulu seçiminde, şimdiki bakanlar Meclis'çe yeniden seçilirlerse; bunlar, yine bakanlıktan çekilecekler ve Bakanlar Kurulu'na girmeyeceklerdi (...). Baylar, alınan bu kararın ve böyle davranışın içyüzü incelenirse şu sonuç çıkar: İktidar tutkusu olan grubu hükûmet kurmakta büsbütün serbest bırakıyoruz (...), bunların diledikleri gibi bir Bakanlar Kurulu kurarak ülkenin alın yazısına el koymalarında bir sakınca görmüyoruz; şu ya da bu yolda bir hükûmet kurmayı başarabilirlerse, bu hükûmetin yönetim biçimini ve yönetimdeki becerisini bir süre izlemenin ve dahası ona yardım etmenin uygun olacağı kanısına vardık (...) Hükûmet kurmayı başaramazlarsa ortaya çıkacak düzensizlik, elbette Meclis’i   uyarmaya yarayacaktı."             Bu kararlar Bakanlar Kurulu'nun Atatürk'ün konutunda, Çankaya'da 25 ve 26 Ekim günleri yaptığı toplantılarda alınır ve sonunda toplu istifa yazılır. Bu çekilme yazısı 27 Ekim Cumartesi günü önce Halk Partisi Genel Kurulu'nda, daha sonra da saat 17.00'ye doğru açılan Meclis'te okunur. İşte bundan sonraki gelişmeleri yine Atatürk'ten kaleminden Söylev (Nutuk)’den aktaralım:   "Bakanlar Kurulu'nun çekildiği belli olur olmaz, Meclis üyeleri, Meclis odalarında, evlerinde grup grup toplanarak, yeni Bakanlar Kurulu listeleri düzenlemeye başldılar. Bu durum, 1923 Ekim ayının 28'inci günü geç vakte dek sürdü. Hiçbir grup, bütün Meclis'çe kabul olunabilecek ve kamuoyunca iyi karşılanacak adları içeren bir aday listesi saptayamıyordu Özellikle, bakanlara aday düşünülürken o denli çok istekli çıkıyordu ki, herhangi birini öbürlerine yeğleyerek saptanacak listeyi kabul ettirmekteki güçlük, liste düzenlemekle uğraşanları umutsuzluğa ve kaygıya düşürdü." Cumhuriyeti ilan edileceği günün öncesinde yaşananları Atatürk’ün kendi kaleminden Söylev (Nutuk)’den okuyalım: “28 Ekim günü akşamüzeri toplantı hâlinde bulunan Parti Yönetim Kurulu beni çağırdı. Düzenlenen listeye göz gezdirdim. Bence uygun olduğunu, ama bu listede adları bulunan kişilerin de düşüncelerinin ve kabul edip etmeyeceklerinin sorulması gerektiğini söyledim. Yönetim kurulu üyelerine, gerekenlerle daha çok görüşerek, kesin bir liste yapmalarını öğütledikten sonra yanlarından ayrıldım.  Gece olmuştu. Çankaya’ya gitmek üzere Meclis’ten ayrılırken koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşa’lara rastladım. Ali Fuat Paşa, Ankara’dan ayrılırken bunların Ankara’ya geldiklerini o günkü gazetede okumuştum. Daha kendileriyle görüşmedim. Benimle görüşmek için o zamana değin orada beklediklerini anlayınca akşam yeğeğine gelmelerini Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa’ya söylettim. İsmet Paşa ile Kâzım Paşa’ya ve Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya’ya varınca, orada beni görmek üzere gelmiş olan Rize milletvekili Fuat, Afyonkarahisar milletvekili Ruşen Eşref (Ünaydın) Beylere rasladım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek yenirken “Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz!” dedim.  Orada bulunan arkadaşlar, hemen düşüncemi benimsediler. Yemeği bıraktık. O dakikadan başlayarak izlenecek yöntem için kısa bir program düzenledim ve arkadaşları görevlendirdim.” Atatürk kendi yazdığı Yurttaşlık Bilgisi kitabında (s. 37-39) Cumhuriyet’ten ne anladığını, demokrasi ile cumhuriyetin ilişkisini şöyle değerlendirir: “Demokrasinin tam anlamıyla ülküsü; bütün ulusun, aynı zamanda yö­netici durumunda bulunabilmesini, hiç olmazsa devletin son iradesinin, ulus tarafından dile getirilip gösterilmesini ister. Ne yazık ki, ulusların bü­yüklüğü, düşünsel eğitim düzeyleri, bu ülkünün uygulanmalında, bu ülkü­den büsbütün yoksun kalmayı doğuracak önlemsizliklerden kaçınmayı da gerektirir. Bu nedenle, demokrasi ilkesinin en çağdaş, en akılcı uygulayımını sağlayan yönetim biçimi Cumhuriyet'tir. Cumhuriyette son söz, ulus tarafından seçilmiş meclistedir. Ulus adına her türlü yasaları o yapar. Hükümete güvenoyu verir ya da onu düşürür. Ulus, seçtiği milletvekillerinden memnun kalmazsa, belli süreler sonunda başkalarını seçer. Ulus, egemenliğini, devlet yönetimine katılmasını, an­cak zamanında oyunu kullanmakla sağlar. Cumhuriyetin hükümeti, bir usul ve tarzda, sınırlı bir süre için seçilmiş bir cumhurbaşkanına verilir. Başbakanı o belirler; bakanlar kurulunu oluşturacak bakanları da başba­kan, milletvekilleri arasından seçer. Dünyadaki devlet biçimleri, biri ötekine göre kimi ayrımlarla, çok deği­şir. Bununla birlikte, hepsi genel olarak, ele alıp irdelediğimiz biçimlere indirgenebilir: hükümdarlık, sımfçılık (oligarşi), halk cumhuriyeti. Kendini belli bir dine bağlayan (teokratik) devlet biçimi de vardır. Rus Çarlığı ve Osmanlı Saltanatı böyle idiler. Çar, kilisenin başkanı idi; sul­tanlar da halife sanını takınmışlardı. Aynı şekilde dini siyasetten ayırmış laik hükümetler de vardır. Ameri­ka, Fransa, Türkiye Cumhuriyeti gibi. Hükümdarlıklarda, devlet başkanlığı onuruna kalıt yoluyla gelinir. Cumhuriyet, milletvekillerinden oluşan meclis ve belirli bir süre için se­çilmiş olan devlet başkanıyla, ulusal egemenliğin korunmuşluğunun en iyi güvencesidir. Cumhuriyette, meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet, halkın özgürlüğünü, güvenliğini ve huzurunu düşünmek ve sağlamaya çalışmak­tan başka bir şey yapamazlar.”          

Editör: TE Bilisim