Eğitim-Bir-Sen hazırladığı ‘Yükseköğretime Bakış 2018: İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu, Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Mustafa Safran, YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Şişman, milletvekilleri, rektörler, akademisyenler ve bürokratların da katıldığı bir basın toplantısıyla açıkladı. Toplantıda konuşan Eğitim-Bir Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, “Etkin, verimli ve kaliteli bir yükseköğretim sistemi geleceğimiz demektir” dedi. “ETKİN, VERİMLİ VE KALİTELİ BİR YÜKSEKÖĞRETİM OLMAZSA OLMAZDIR” Eğitim-Bir Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, ‘Yükseköğretime Bakış 2018: İzleme ve Değerlendirme Raporu’nda yer alan çarpıcı verileri kamuoyu ile paylaştı. Yalçın yaptığı konuşmada, eğitimin, toplumsal ve ekonomik refaha ulaşmadaki en önemli araç; bireylerin kendisini gerçekleştirmesini, beceri ve yeteneklerini geliştirmesini sağlayan en temel unsur olduğunu ifade ederek şöyle konuştu: “Bireylerin özellikle yükseköğretime katılmaları, lisans eğitimlerine ilaveten lisansüstü eğitimlerini tamamlamaları, yalnızca kendi kişisel refah ve mutluluğunu değil, aynı zamanda ülkenin de ekonomik ve toplumsal refahını artıran önemli bir unsurdur. Çünkü yüksek nitelikli becerilere sahip AR-GE çalışmalarıyla üretilen yüksek teknolojili katma değeri yüksek ürünlerin ülkelerin ekonomik gelişmesi üzerindeki etkileri oldukça fazladır.” Kaynakların ne kadar etkin kullanıldığının, yükseköğretimdeki büyümenin etkisinin ne olduğunun anlaşılması için izleme ve değerlendirme çalışmalarının yapılması gerektiğini dile getiren Yalçın, “Yükseköğretim sisteminin ve kurumlarının durumlarını gösteren verilerin incelenip analiz edilmesi ve değerlendirilmesi, yükseköğretim kurumlarının ve personelinin daha iyi performans sergilemesi için oldukça önemlidir. Bu nedenle, Türkiye’nin eğitim hizmet kolunun yetkili sendikası olarak, 2016 yılından itibaren eğitim sistemini sistematik ve düzenli aralıklarla izlemeye başladık. Bu çerçevede, Eğitime Bakış 2016 ile Eğitime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme raporlarını yayımladık. 2017 yılından itibaren ise yükseköğretim sistemini ve bilim politikalarını yakından izlemeye başladık ve Yükseköğretime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme raporunu kamuoyuyla paylaştık” ifadelerini kullandı. Yalçın açıklamasını şöyle sürdürdü: “Uluslararası kuruluşların standartlarının kullanılarak ve veri temelli analiz ilkesi gözetilerek hazırlanan Yükseköğretime Bakış 2018: İzleme ve Değerlendirme raporunu daha etkin, verimli ve kaliteli bir yükseköğretim sisteminin tesis edilmesine katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Eğitim-Bir-Sen olarak, raporla, yükseköğretim ve bilim politikalarının daha fazla tartışılmasına, Türkiye’de daha etkin ve kaliteli bir yükseköğretim sisteminin gelişmesine katkı vermeyi hedefliyoruz. Etkin, verimli ve kaliteli bir yükseköğretim sistemi geleceğimiz için olmazsa olmazdır. “YÜKSEKÖĞRETİM SİSTEMİ BÜYÜMEYE DEVAM ETMELİ” Raporun, “yükseköğretime erişim ve katılım, eğitimin çıktıları, öğretim elemanları, eğitim ortamları, yükseköğretimin finansmanı, üniversitelerin akademik ve yenilikçilik performansı” ana başlıklarından oluştuğuna dikkat çeken Yalçın, şöyle konuştu: “Raporumuzun da gösterdiği üzere, dünyadaki yükseköğretim sistemlerindeki gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’de yükseköğretim sisteminin büyümeye devam etmesi ve çeşitlenmesi gerekmektedir. Türkiye’deki yükseköğretim kurumu sayısı 200’ü, öğrenci sayısı ise 7,5 milyonu aşmış durumdadır. Öğrenci sayısı olarak Türkiye yükseköğretim sistemi Avrupa’nın en büyük sistemi iken, nüfusa oranla kurum sayısı olarak bakıldığında Türkiye’nin sıralamasının çok daha gerilerde olduğu görülmektedir. Geçen yıl yayımladığımız Yükseköğretime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme raporumuzda, ülkelere göre 1 milyon kişi başına düşen yükseköğretim kurumu sayısını hesaplamıştık. Bu hesaplamada Türkiye’de 1 milyon kişi başına 2,1 yükseköğretim kurumu düşerken, ABD, Rusya, Danimarka, Malezya, Polonya, İsviçre ve Norveç’te ise 1 milyon kişiye 10 ve üzeri üniversite düşmektedir.” “AÇIK ÖĞRETİMDEKİ SAYI AZALTILMALIDIR” Türkiye yükseköğretim sistemindeki öğrenci sayısının bu kadar fazla olmasını sağlayan en önemli unsurun, açık öğretimde okuyan öğrenci sayısı olduğunu kaydeden Ali Yalçın, “Yükseköğretimde ön lisans ve lisans düzeyindeki 7 milyon öğrencinin yarısından fazlası açık öğretimde öğrenim görmektedir. Bu sayı, devlet yükseköğretim kurumlarında yüz yüze öğrenim gören öğrenci sayısından 200 bin daha fazladır. Bu kadar büyük bir açık öğretim sisteminin varlığı, yükseköğretim sisteminin kalitesini doğrudan etkilemektedir. Açık öğretimdeki sayının azaltılıp, yüz yüze öğretimin artırılmasının yükseköğretimin niteliğini olumlu etkileyeceğini düşünüyoruz. Dünya yükseköğretimindeki eğilimler, Türkiye’de yükseköğretime yönelik talep ve rekabet, açık öğretimin yükseköğretim sistemi içindeki büyüklüğü gibi hususlar dikkate alındığında, hem vakıf hem de devlet üniversitelerinin sayısının daha da artırılması gerekmektedir” diye konuştu. “KADINLARDA YÜKSEKÖĞRETİM MEZUNİYET ORANI YÜZDE 16,2’YE ÇIKTI” 2009-2017 yılları arasında 25 ve üzeri yaş grubu kadınlarda yükseköğretim mezuniyet oranının yüzde 8’den yüzde 16,2’ye; erkeklerde ise yüzde 12,3’ten yüzde 21,2’ye çıktığını ifade eden Yalçın, şunları söyledi: “Kadınların mezuniyet oranı yıllar içinde bariz bir şekilde artmıştır. Ancak, erkeklerin yükseköğretim mezuniyet oranı kadınlara göre halen çok daha yüksektir. Bu artışlara rağmen, Türkiye’nin ön lisan, lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde mezuniyet oranları hâlâ OECD ülkeleri ortalamalarının oldukça altındadır.” “BÜYÜME, KALİTE DE DİKKATE ALINARAK, DEVAM ETMELİDİR” Yalçın, yükseköğretimin hızlı bir şekilde büyümesine yönelik kamuoyunda zaman zaman kalite eksenli eleştirilerin yapıldığını hatırlatarak, “Yükseköğretimi sayısal olarak büyütürken, kalite konusu ihmal edilmemelidir. Gerekli beşeri, teknik ve finansal kaynakların ne olduğu, daha kaliteli eğitim için neler yapılması gerektiği mutlaka planlanmalıdır. Raporumuz, 2006 sonrasında açılan üniversitelerden mezun olan öğrencilerin kamuda istihdam için girdikleri KPSS’de, 1992’de ya da 1992’den önce açılan üniversitelerle benzer puan ortalamasına sahip olduğunu göstermektedir. Daha açık bir ifadeyle, KPSS eğitim bilimleri, tıp, hukuk, iktisat gibi alanların üniversitelere göre puan ortalamasına bakıldığında, üniversitenin hangi yılda açıldığı ile KPSS puanı arasında bir ilişkinin olmadığı görülmektedir. Yani, 2006 sonrasında açılan bir üniversiteden mezun olan bir kişinin Türkiye’nin köklü ve elit üniversiteleri olarak tanımlanan üniversite mezunları kadar kamuda istihdam edilme fırsatına sahip olduğu görülmektedir. Açıkçası bu veri, yükseköğretim sistemindeki büyümenin toplumdaki fırsat eşitliğini artırdığını göstermektedir. Yeni üniversitelerin açılması, yükseköğretime erişme imkânı olmayanların yükseköğretim görmesine ve kamuda istihdam edilmesine fırsat sağlamıştır. Bu veri bize, yükseköğretim sisteminin büyümesinin pozitif etkilerini göstermektedir. Bundan dolayı, Türkiye yükseköğretim sistemi büyümeye devam etmelidir. Bu büyümenin, kalite de dikkate alınarak, gerçekleştirilmesi gerekmektedir” değerlendirmesinde bulundu. “YÜKSEKÖĞRETİM MEZUNLARININ İSTİHDAM EDİLECEĞİ ALANLAR ARTIRILMALIDIR” Yükseköğretim sisteminin büyümesiyle ilgili önemli bir boyutun da yükseköğretim mezun sayısının artmasıyla birlikte istihdam meselesi olduğuna işaret eden Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “OECD ülkelerinde 25-64 yaş arası yükseköğretim mezunlarının istihdam oranları incelendiğinde, Türkiye’nin ön lisans ve lisans mezunlarının istihdam oranları OECD ülkeleri ortalamasının altında ve son sıralarda yer alırken, yüksek lisans düzeyinde OECD ortalamasını yakalamış, doktora düzeyinde ise geçmiş durumdadır. Yükseköğretim mezunlarının istihdam edileceği alanların artırılması gerekmektedir. Özellikle yüksek becerili iş imkânlarının çoğaltılması, hem istihdamı daha uyumlu hale getirecek hem de bireyin ve ülkenin refahına katkıda bulunacaktır. Özetle, yükseköğretim sistemini büyütürken, iş piyasalarının ve toplumun taleplerine cevap verme ile eğitim kalitesini artırma gibi hedefler birlikte gözetilmelidir. Bu çerçevede, politika yapımı açısından temel odak, büyümenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden ziyade, bundan sonraki büyümenin nasıl daha iyi yönetileceği ve planlanacağı olmalıdır.” “LİSANS PROGRAMLARINA AYRILAN HER BEŞ KONTENJANDAN BİRİ BOŞ KALMIŞTIR” “Yükseköğretim sisteminin büyümesinin önünde, üniversite giriş sınavlarındaki arz ve talep dengesizliği ile yükseköğretim kontenjanlarının boş kalması sorunu bulunmaktadır” diyen Yalçın, şunları kaydetti: “Lisans programlarına ayrılan kontenjanlar bu yıl 11 bin artırılırken, boş kalan kontenjanlar da geçen yıla göre 40 bin artarak yaklaşık 90 bin olmuştur. Diğer bir ifadeyle, lisans programlarına ayrılan her beş kontenjandan biri boş kalmıştır. Bir lisans programını kazandığı hâlde kayıt yaptırmayacak olanları da göz önünde bulundurduğumuzda, bu sayının daha da artması muhtemeldir. Bazı programların tamamen boş kalmasını ya da tam dolmamasını sadece istihdam alanının darlığı ile açıklamak doğru değildir. YÖK’ün bazı programlar için uyguladığı sıralama barajı gibi uygulamalar da boş kontenjanları artırmış olabilir.” “NİTELİKLİ İNSAN KAYNAĞININ YETİŞTİRİLMESİNE ÖNEM VERİLMELİDİR” Türkiye’nin yüksek lisans ve doktora düzeyindeki mezun oranlarının, ekonomisi ve yükseköğretimi gelişmiş ülkelere göre oldukça düşük olduğunu söyleyen Yalçın, yükseköğretimde yaşanan büyümenin nitelikli bir şekilde sürdürülebilmesi için doktora mezunu öğretim üyesi sayısının artması gerektiğini belirtti. Millî Eğitim Bakanlığı, YÖK ve TÜBİTAK gibi kurumların, akademik insan kaynağının gelişmesine yönelik desteklerini artırması gerektiğini kaydeden Ali Yalçın, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu kurumlar, kaynaklarını daha etkin bir şekilde kullanarak daha fazla doktora mezunu yetiştirmeye çaba göstermelidir. Türkiye’nin katma değeri yüksek ürünler üretebilmesi ve ekonomide bir sıçrama yapabilmesi için, AR-GE’ye dayalı iş piyasası ihtiyacı da dikkate alınarak, AR-GE personeli sayısı artırılmalı, yıllık doktora mezun sayısı da 6 binlerden 15 binlere çıkarılmalıdır. Yükseköğretim sisteminin iyileştirilmesi ve sorunlarının çözülmesi için daha fazla araştırma yapılmalı, raporlar hazırlanmalıdır. Eğitim-Bir-Sen olarak, bu raporla eğitim sistemine ilişkin sorunlu alanlara dair veri temelli bir analizin yapılmasına, eğitim sistemini iyileştirecek tartışmaların ve politikaların geliştirilmesine katkıda bulunmak arzusundayız. Umuyoruz ki, bu rapor ile eğitimde karar alma süreçleri daha katılımcı, toplumsal talepleri dikkate alan ve veri temelli olarak gerçekleşecektir.” (Türkan ÇATAL YILDIZ)