Başkent Ankara’da yaşayan Alaz Uslu, çocukluğundan bu yana yaralı kuşların tedavisiyle ilgileniyor. Kurduğu Simurg Kuş Yuvası Derneği ile faaliyetlerini sürdüren Uslu, 20’den fazla kuş türünün nesli tükenmekte olduğunu  kaydederek  “Fransa Büyükelçiliği’nin desteklediği Türkiye Fransız Kültür Merkezi Biyoçeşitlilik Fonu proje duyurusu üzerine bir proje hazırladık ve başvuruda bulunduk. “Mogan Gölü’nde Nesli Tehlike Altındaki Dikkuyruk Popülasyonun ve Mikro-ölçek Habitat Tercihlerinin Araştırılması” ismindeki projemiz kabul edildi" ifadelerini kullandı.

Ankara merkezli Simurg Kuş Yuvası Derneği, yardıma ve bakıma muhtaç kuşların tedavisini yaparak onları yeniden doğaya kazandırıyor. Kuşların korunmasını, kurtarılmasını ve rehabilitasyonunu odağına alan tek sivil toplum kuruluşu olan Simurg Kuş Yuvası Derneği’nin kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı  Alaz Uslu, Ankara’da bulunan kuş türlerini ve yaşadıkları alanları gazetemiz okurlarına aktardı.

Geçen hafta ilk bölümünü yayımlamış olduğumuz röportajın devamı şu şekilde

“ÜLKEMİZDE 20’DEN FAZLA KUŞ TÜRÜ KIRMIZI LİSTE TÜRÜDÜR, YANİ NESLİ TEHLİKE ALTINDADIR”

Şu an Türkiye geneli ve Ankara özeline ayrı ayrı baktığınızda nesli tükenmekte olan kaç tür kuş bulunmaktadır. Paylaşımlarınızda özellikle Mogan Gölü’nde bulunan Dikkuyruk ördeğine vurgu yapıyorsunuz. Bu konuda okurlarımızı bilgilendirebilir misiniz?

Türkiye kuş çeşitliliği açısından çok önemli bir bölge. Konumu gereği kuşların Asya-Afrika, Avrupa- Afrika göç güzergahlarını barındırıyor. Ne acıdır ki bu kuş çeşitliliğine sahipken, koruma kısmında da bir o kadar zayıfız. Geçmişten bugüne kadar tutulmuş kuş kayıtlarına baktığımızda artık birçok kuş türünü ve kuş sayılarını göremiyoruz. Mesela Hotamış Sazlıkları yok oldu. Haliyle orada üreyen yaz ördeği de artık yok. Yaz ördeği nesli tehlike altında olan türlerden biri.

Gelelim şu nesli tehlike altındaki kuşlara... Dünya Doğayı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) verilerine göre ülkemizde 20’den fazla kuş türü kırmızı liste türüdür, yani nesli tehlike altındadır. En çok bilinenleri; şah kartal, küçük akbaba, elmabaş patka, dikkuyruk, toy ve üveyik. Elmabaş patka ve üveyik nesli tehlike altında olduğu halde avlanmasına izin verilen türler arasında. Yaşam alanı kaybı, enerji sektörü, küresel ısınma ve avcılık canlı türlerini tehdit eden insan kaynaklı tehlikeler.

Fransa Büyükelçiliği tarafından fonlanan “Mogan Gölü’ndeki nesli tehlike altındaki Dikkuyruk Popülasyonunun ve Mikroölçek Habitat Seçimlerinin Araştırılması Projeniz nasıl gidiyor? Bu projeye ve derneğinize katılmak isteyen genç araştırmacılar oluyor mu?

Fransa Büyükelçiliğinin desteklediği Türkiye Fransız Kültür Merkezi Biyoçeşitlilik Fonu proje duyurusu üzerine bir proje hazırladık ve başvuruda bulunduk. “Mogan Gölü’nde Nesli Tehlike Altındaki Dikkuyruk Popülasyonun ve Mikro-ölçek Habitat Tercihlerinin Araştırılması” ismindeki projemiz kabul edildi.

Geçmiş yıllarda Ankara’da ve Konya’da dikkuyruk çalışmaları yapmıştık. Bu çalışmaları yaparken sorunları, tehlikeleri ve durumun iyiye gitmediğini açıkça görmüştük. Bu proje aslında yıllar önce kafamızda tasarlanmıştı. Şimdi resmi olarak hayata geçirmekteyiz. Projemize bir destek de Orta Doğu Ornitoloji Derneği’nden (OSME) geldi. Projemizi anlatan bir mail attık, ilgilerini çekti, çevrimiçi bir toplantı yaptık ve bizi “Youth Development” fonu ile desteklediler. Projemiz 15 Kasımda başladı ve 21-22 Kasımda Mogan Gölü’nde ilk arazi çalışmamızı yaptık. Sadece 1 tane dişi/genç bir dikkuyruk görebildik. Projemizin en önemli özelliklerinden biri yeşil proje olmasıdır. Olabildiğince Carbon Ayakizi düşük, ulaşım araçlarının kullanılmasından, arazide kullanılan malzemelerin seçimi ve ekibimizin besin tüketimine kadar doğayla en uyumlu tercihlerde bulunarak genç araştırmacılara ve benzer çalışmalara örnek bir proje yürütmeyi amaçlıyoruz.

Projemizin ana amaçlarından bir tanesi de cinsiyet eşitliğini göz önüne alarak ekoloji alanında kadın araştırmacıların artmasına katkı sağlayabilmektir. Cinsiyet eşitliği diye yola çıktık ama proje ekibimizdeki genç araştırmacıların cinsiyet dağılımına baktığım zaman 40 kadın araştırmacı 10 erkek araştırmacı gibi bir tablo çıkıyor. Kadınlara pozitif ayrımcılık yapmış olabiliriz. Genç araştırmacıların ilgisi gerçekten çok büyük ve bu bizi çok mutlu ediyor. Araştırmacılarımıza proje kapsamında ornitoloji, ekoloji, etoloji, koruma biyolojisi, göl ekolojisi, çoğrafi bilgi sistemi, istatistik, modelleme gibi farklı alanlarda alt projecikler yaratmalarına teşvik etmeye çalışıyoruz ve projemizin bilimsel araştırma grubundaki farklı alanlarda uzmanlaşmış hocalarımızın destekleri ile projelerini gerçekleştirme fırsatı sunmak, başarılarına tanık olmak ve katkıda bulunmanın gururunu taşımak istiyoruz. Dikkuyruk gibi nesli tehlike altındaki diğer canlıların da yıllarca korunmaya ihtiyacı olacak. Gelecekte bu koruma çalışmalarının var olabilmesi için bu genç araştırmacılara odaklanmamız onlarla birlikte gelişmemiz şart.

 "BU SEFER CEYLAN KAÇIYOR ASLAN KOVALIYOR DEĞİL, İNSAN KAÇIYOR HEM DE GÖZLE GÖRÜLEMEYEN BİR VİRÜSTEN"

Küresel çapta yaşanan pandemi hepimize doğanın kıymetini ve ona sahip çıkmamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Karantina günlerinde insanlar evlerine çekildiğinde diğer canlı türleri şehir merkezlerine kadar ulaştı kuşlar gökyüzünde daha çok kanat çırptı. Bu anlamda sizin gözlemleriniz neler oldu? Kuşlar gerçekten de insan sağlığını tehdit eden virüs ve bakterilerin yayılımını önlüyor mu?

COVID-19 salgını gerçekten çok önemli mesajlar içeriyor. Düşünsenize bir virüs çıkıyor tüm dünyayı etkisi altına alıyor. Ama tek hedefi var o da insan. Başka hiçbir canlıya zarar vermiyor, doğaya zarar vermiyor. Çünkü aslında doğanın ta kendisi ve doğanın insanoğluna yeter artık deyip intikamını alışı gibi. İnsanoğlu şunu asla unutmamalı, her ne yaparsa yapsın, doğaya ne kadar müdahale ederse etsin etkileri doğrudan ya da dolaylı eninde sonunda kendisine dönüyor. İnsanoğlu doğaya egemen algısından kurtulmadıkça, doğaya hükmetmek yerine doğanın bir parçası olduğunu kabul etmez ve ona göre stratejiler belirleyip, uzlaşma yoluna gitmezse doğa gözümüzün yaşına bakmıyor. Alın size vahşi doğa. Bu sefer ceylan kaçıyor aslan kovalıyor değil. İnsan kaçıyor hem de gözle görülemeyen virüsten. Doğada karşımıza çıkan ve tür olarak tanımlanmış her canlının ekolojik olarak bir önemi, değeri var. Ya başka hayvanlara besin oluyor ya da başka hayvanları avlayarak bir dengenin, düzenin oluşmasını sağlıyor. Besin zinciri diye hepimizin liseden mezun olduğumuzda öğrendiğimiz şey. Besin zinciri değil aslında besin ağı bu. Karmakarışık bir ağ. Karmakarışık çünkü her canlı çevresindeki diğer canlıların neredeyse tamamıyla etkileşim halinde. Bu dengeden bir tür kaybolduğunda bütün ağ bozuluyor. Bozulduğunda da etkiler insana dönüyor. Yani insanın artık bir böceği öldürdüğünde dahi, acaba bu böceğin ölmesi etkileşim halinde olduğu diğer türlere nasıl bir etki yarattı diye düşünmesi gerekiyor. Tam anlamıyla kelebek etkisi. O kadar inceldi çizgimiz artık. Ülkemiz coğrafi bölge olarak 4 mevsimin görülebildiği, ağaçların yaprak döktüğü bir bölge. Dolayısıyla evrimsel olarak bu coğrafyadaki kuşlarda beslenmenin böcekçil olma durumu ve göç etme karşımıza çıkıyor. Göçmen bir kuş olan ebabilleri düşündüğümüzde, ilkbaharda ülkemize giriş yapar, yaz aylarında ürer, yavrularını büyütür, sonbaharda Afrika’ya doğru yola çıkar. Kışı Afrika’da geçirir, ilkbaharda tekrar ülkemize gelir. Türkiye’de bahar başlarken havalar ısınır, börtü böcek faaliyete geçer. Hareket başlar. İşte tam bu anlarda ebabilleri gökyüzünde görmeye başlarız. Üreme döneminde bir ebabilin bir günde 18.000 böcek tükettiği tespit edildi. Böcekler arasındaki karasinek, sivrisinek gibi insana hastalık bulaştırabilecek olanları kontrol altına alan yüzlerce kuş var. Ebabil sadece biriydi. Bu böcekleri yakalayan ve tüketen kuşlara birçok hastalıktan bizi korudukları için teşekkür etmeliyiz. Sivrisinek/karasinek mücadelesinde sulak alanlar kurutuluyor. Bir sürü ilaçlama ile doğaya karışıyor. Hem kendimizi, doğayı zehirliyoruz hem de enerji ve para harcıyoruz. Kuşları korumak inanın daha zahmetsiz, zarar verilmese yeter çünkü. Buna başka bir örnek vermek gerekirse, geçmişte Hint Yarımadası’nda hayvancılıkta kullanılan bir madde yüzünden akbabalar zehirlenip öldü. Akbabalar biliyorsunuz ölen diğer canlıları tüketiyor, leşçil türler. Bu sayede hastalıkların yayılmasını da önlüyorlar. Hepimiz için çok önemliler. Hint Yarımadası’nda yok olan bu akbabaların görevini köpekler ve fareler üstlenmiş. Bu sefer Hint Yarımadasına kuduz ve veba salgını başlamış. Tam anlamıyla bir felaket gerçeği değil mi? Ülkemizde de 4 akbaba türü yaşıyor. Popülasyon büyüklükleri de gün geçtikçe azalmakta.

“KONU KUŞLARA GELDİĞİNDE O KADAR ÇARESİZ KALIYORSUNUZ Kİ…”

İnsanlar yolda kedi-köpek ve diğer karada olan can dostlarımızı  gördüğünde frene basıyor ama kuş gördüklerinde nasıl olsa uçar algısıyla yollarına devam ediyor diyorsunuz. Bu algıyı değiştirmek adına neler yapılabilir? Okurlarımıza vermek istediğiniz herhangi bir mesaj var mıdır?

Bu durum öylesine gerçek ki, tamamen tecrübeyle sabit... Aslında orada anlatmak istediğim çok daha geniş bir algı. Ülkemizde insanın en sık karşılaştığı ve gözünün gördüğü sahipsiz sokak hayvanları oluyor, sokak hayvanı dediğimizde de akla gelen sadece kedi ve köpekler. Sokak hayvanlarını korumak için kurulmuş onlarca dernek, vakıf, federasyon, konfederasyon sayabilirim. Ama konu kuşlara geldiğinde o kadar çaresiz kalıyorsunuz ki. Hiç kimse demek istediğim bu çaresizliği yolun ortasında uçamayan bir kuş ile karşılaşıp da bir tane yetkiliye ulaşamadığında anlamıyor. Kuşların uçabiliyor oluşu otomatikman bizlerle arasına bir mesafe koyuyor. Bir yerde otururken bir kedi gelip bacaklarınıza sürtünebilirken bir kuş gelip kafanıza konmaz. Eğer konarsa kesinlikle anormal bir durum vardır. Uçabilmek çoğu zaman kuşların süpersonik canlılarmış gibi algılanılmasına sebep veriyor. Nasıl olsa uçacak diye frene basılmıyor. Kaç kere şahit oldum buna. Gözümün önünde kuşa çarpıldı. Özellikle şehir merkezlerinde birlikte yaşadığımız kuşlarda hiç umulmadığı kadar zor durum ile karşı karşıya gelebiliyorlar. Yuvadan düşen yavrular, binaların camlarına çarpan kuşlar, kedilerin köpeklerin yaraladıkları, zehirlenenler, araba çarpanlar, elektrik akımına kapılanlar, yuvaları bozulan… Ne ararsanız var. Bu algının değişebilmesi için kuşları benimsememiz ve diğer sokak hayvanlarına gösterdiğimiz duyarlılığı onlara da göstermemiz gerek. Biz bu duyarlılığı yaratmak, tüm canlılar gibi kuşların da yaşam hakkına saygılı bir tutum geliştirmek için çalışıyoruz, sorunların pek çoğunu sıraladık, bu hasarları yine biz insanlar çözeceğiz. Bizim onlara, onların bize ihtiyacı var, Simurg Kuş Yuvası Derneği olarak kuşlarla ilgili yardıma ihtiyaç duyduğunuz her durumda tüm bilgi ve deneyimimizi paylaşmaya, daha yaşanılası bir dünya için bizimle yol almak isteyen tüm doğa dostlarıyla yol arkadaşlığına hazırız. 

(Ekin Hazal DOĞRUYUSEVER)