Anksiyete yaygın olarak bilinen ismiyle kaygı bozukluğu, özellikle son yıllarda birçok kişinin yaşadığı sorunlardan biri haline geldi. Günlük yaşamı fazlasıyla etkileyen bu rahatsızlıktan kurtulmanın tedavi ile mümkün olduğunu dile getiren Psikiyatri uzmanı  Nihan Çoşkun, çoğu danışanın  kendilerine son aşamada geldiğini kaydederek  ‘’Bu durumun kırılması son derece önemli, psikiyatrdan yardım almak bir  başarısızlık veya güçsüzlük olarak algılanmamalı’’ şeklinde konuştu. Birçok insanın hayatının bazı dönemlerinde yaşadığı, yakından tanıdığı, korkuya benzeyen yoğun bir duygu olan Anksiyete (Kaygı), tedavi edilmediği zaman ciddi sorunlara yol açabiliyor. Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) olan kişilerde "sürekli, aşırı ve durumla uygun olmayan bir endişe durumu" olduğunu kaydeden Psikiyatri uzmanı  Nihan Çoşkun ile kaygı bozukluğunun türlerini,görülme sıklığını ve tedavi yöntemlerini ele aldık.  ‘’TOPLUMUN ÜÇTE BİRİNİ  ETKİSİ ALTINA ALAN BİR PROBLEM’’ Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nedir? Ne gibi belirtiler verir?          Yaygın Anksiyete güncel tanı sistemi olan DSM 5’teki tanımına göre,en az 6 ay boyunca haftanın çoğu günü devam eden çeşitli günlük etkinliklerle ilgili sürekli olarak kaygı duyma halidir. Bu çoğunlukla gelecekte olan şeylerle ya da olumsuz sonuçlarla ilgilidir. Tabir i caizse ‘Ya şu olursa, ya bu olursa’’ gibi soruların sürekli tekrarlanmasıdır.  Yaygın anksiyete bozukluğunda birtakım fiziksel belirtiler de eşlik eder. Kas gerginliği,uykusuzluk,odaklanma güçlüğü gibi.  Kaygı bozukluğunun nedenine baktığımızda ise, genetik etkinin (ailesel yatkınlığın) olduğu da görülmektedir ama tek neden bu diyemeyiz. Çevresel şartlar,stres,kişilik özellikleri gibi etmenler de söz konusu olabiliyor.  Kaygı bozuklukları, ruhsal rahatsızlıklar içerisinde en yaygın görülen aynı zamanda  toplumun üçte birini  etkisi altına alan bir problemdir. ‘’ PANİK ATAK, YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞUNA GÖRE DAHA SINIRLI BİR ZAMAN DİLİMİNDE GERÇEKLEŞİR’’ Yaygın Anksiyete Bozukluğu ile Panik Atak arasındaki fark nedir? Anksiyete bozuklukları genel bir terimdir ve içerisinde özgül fobiler, panik bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu ve yaygın anksiyete bozukluğunun olduğu hastalıkları kapsar.  Panik bozukluk da anksiyete bozukluğunun bir tanesidir fakat panik atak geçiriyor olmak panik bozukluk hastalığı anlamına gelmiyor. Panik atak dediğimiz şey, aslında yoğun bir korku anı. Yaygın Anksiyete bozukluğuna göre, daha sınırlı bir zaman diliminde gerçekleşir. Anksiyete bozukluğunda ise bu kaygı hali süreklilik gösteriyor misal kişinin günlük yaşamında da sıkıntılar aklına geliveriyor ve sürekli devam ediyor. Panik atakta ise; bu durum daha anlık. Şiddeti açısından da farklılık gösteriyor. Panik atak  esnasında çarpıntı,terleme,titreme,gögüs ağrısı, ellerde ayaklarda karıncalanma bazı durumlarda çevrenin ya da insanların gerçek değilmiş algısı gibi semptomlar yaşanabiliyor. Panik atakta korkulan temel şey kontrolü kaybetmek,bazılarında ölmek bazılarında delirmek, yardım alamayacağı bir durumda olmak, dışarı çıkamamak gibi düşünce ve belirtileri dile getirebiliriz. Kişi, yaşama- hayatta kalma korkusu yaşıyor fakat yaygın anksiyete bozukluğu olan kişiler çok çeşitli konulardan kaygılanabiliyor. Örnek olarak bu durum çocuğunun taksidi olabiliyor, maddi veya ailevi konular olabiliyor… ‘’TİROİD HORMONLARINDAKİ DEĞİŞİMLERE DİKKAT’’ Fizyolojik bazı rahatsızlıklar kaygı bozukluğunu tetikler mi? Kesinlikle tetiklemektedir. Özellikle kalp sorunları,akciğer sorunları,irritabl bağırsak sendromu, bazı endokrin bozukluklar (tiroid hormonlarındaki değişimler) kaygı bozukluğunu tetiklemektedir fakat kaygıyla ilgili saydığım belirtiler sadece bu saydığım rahatsızlıklarla açıklanabiliyorsa ve onunla sınırlıysa hastalık tedavi edildiğinde düzeliyorsa işte o zaman kaygı bozukluğu tanısını koyamıyoruz. Sıklıkla eş tanı oluyor. Kişi, çarpıntı hissediyor yaşadığı korku- kaygı çarpıntısından daha fazla oluyor. Bu durumda insan sürekli bedenini dinliyor. Bir nevi yanlış alarm gibi. Kişi,  sürekli olarak kendine  kalbim çarpıyor, çarpıntım daha da artarsa,tedavi olabilecek miyim, acaba doktorlar bir şey mi atladı, acaba başka hastalığım olabilir mi diye soruyor. Geçmiş yıllara nazaran değerlendirdiğinizde kaygı bozukluğunda bir artış var mı? Varsa bunu neye bağlıyorsunuz? Böyle bir düşüncenin var olduğunu söyleyebilirim. Değişen yaşam koşullarıyla birlikte kaygı bozukluğunun görülme sıklığı da artmış gibi görünüyor  ama buna dair bilimsel bir kanıt henüz yok. Çalışmalardaki sonuçlar metodolojiyle  ilgili sorunlardan ötürü biraz çelişkili duruyor. Bu çalışmayı bir klinikte yapmış olsanız sağlam bir veri elde edemezsiniz. Çünkü kaygı bozukluğu yaşayanların sadece  yaklaşık yüzde 30’u-40’ıkliniğe başvuruyor.. Dolayısıyla dışarıdaki insanları görmemiş oluyoruz. Toplumda yapıldığında ise; değerlendirecek kişiler psikiyatristler veya psikologlar olamıyor çünkü çok geniş bir tarama gerektiriyor. Önümüzde böyle bir sorun olduğu ve yıllardır tanı kriterleri değiştiği için kesin bir kanıya varılamıyor. Aynı popülasyonda aynı kriterlerle bakmak gerekiyor. Şu anda elimizde  hastalığın artığına dair bir veri yok fakat artmış gibi gözükmesinin nedenleri belki şunlar olabilir; artık daha etkin tedavi yöntemleri ortaya çıkmaya başladı. İlaçlar, psikoterapi yöntemleri gibi bu sayede hastalığın  çözülebilir bir durum olduğunu düşünüp başvuran sayısı fazlalaştı.. Bilgiye ulaşmak daha kolay. İnsanlar artık yaşadıkları sorunu arama motoruna da yazıp bakabiliyor. Tedavi için talebin artmış olması bunu sağlamış olabilir. Bir diğer neden de psikiyatriyle ilgili olan stigma algısı.  Bazı insanlara psikyatri doktoruna gitmek, utanılacak ya da küçük düşürücü bir durummuş gibi geliyor.  Bu algı kırıldıkça ve danışanların başvurusu arttıkça geçmiş yıllara nazaran kaygı bozukluğunda bir artış varmış gibi görünebilir. ‘’KAYGI BOZUKLUĞUNDA İLAÇ TEDAVİSİ VE PSİKOTERAPİ ÖNERİLİYOR’’ Yaygın Anksiyete bozukluğunun tedavisi mümkün müdür? Tedavisi mümkün ama farklı hastalık grupları var. Kaygı bozukluğunda ilaç tedavisi ve psikoterapi öneriliyor.Psikoterapiyle tedavi edildiğinde tekrarlama olasılığı daha düşük oluyor. Özellikle bilişsel davranışcı psikoterapide hastaya kendi kendinin terapisti olma becerisi öğretiliyor. ‘’KAYGI VE SIKINTI HİSSİ NE KADAR DAYANILMAZ OLURSA OLSUN BUNUN BİR LİMİTİ VAR’’ Kaygı bozukluğu yaşayan bireylere kaygı anında ne yapmasını önerirsiniz? Bu anlamda danışanlarınıza verdiğiniz tavsiyeler nelerdir?   Kaygı bozukluğu yaşayan bireylerde uyku düzeni oldukça önemli.. Kaygı arttığında, uyku düzeni de bozulabiliyor fakat kişi kendini telkin ederek yatış kalkış saatlerinin düzenli olmasına, uyku hijyenine dikkat ederek kaygıyı da daha az seviyeye indirebilir. Akşam vakitlerinde çok fazla çay-kahve tüketmemek, televizyon karşısında uyumamak,tablete veya telefona bakarak yatakta vakit geçirmemek gibi. Hem fiziksel  hem de ruhsal sağlık için spor yapmak da oldukça önemlidir. Fiziksel aktivitede bulunmak endorfin dediğimiz hormonun da yükselmesini sağlıyor. Sadece kaygı bozukluğu olarak düşünmeyin tüm ruhsal bozukluklarda ciddi anlamda fayda sağlıyor. Günü planlayarak yaşamak çok önemli. Kaygı hissi genelde yalnız kalınca, bir faaliyette bulunmayınca ve kişi kendiyle baş başa kalınca ortaya çıkıyor.  Kaygı bozukluğu yaşayan birey, dikkatini sürekli olarak geleceğe ve geçmişe yöneltme eğiliminde oluyorlar. Bu yüzden danışanlarıma her zaman için bir şeyle uğraşmalarını tavsiye ederim.  Boş zamanları planlamak, sosyal destek, sevdikleri insanlarla daha çok vakit geçirebilmek, hoşlarına giden hobilere daha fazla zaman ayırabilmek bu rahatsızlığı yenmede oldukça fayda sağlıyor. Kaygı bozuklukları sıklıkla depresyonla da eşlik edebiliyor.  Kişi, gündelik işlerini yapmakta zorlanıyorsa buna isteksizlik, keyifsizlik ve intihar düşüncesi eşlik ediyorsa mutlaka ama mutlaka bir uzmana danışmaları gerekiyor. Tavsiyelere gelecek olursak, kaygı anında herkes için işe yarayan şey farklı olabiliyor. Bazıları kendilerini yalnızken bazıları  yanında birisi olduğu zaman iyi hissedebiliyor. Anlık gelen panik bozuklukta başta kişinin kendini telkin etmesi zor olabilir ama bunun geçeceğini bilmek tedavinin bel kemiğini oluşturuyor. Kaygı ve sıkıntı hissi ne kadar dayanılmaz olursa olsun bunun bir limiti var ve onu durdurmak için hiçbir şey yapmasanız bile kendiliğinden duracak- bitecek bir durum. Nefes tekniğini de danışanlarıma söylerim. Kişi, kaygılı olduğu zaman derin derin nefes alma eğilimindedir hatta bazen panik bozukluk hastalarında panik anında boğulacağı,öleceği,nefessiz kalacağı hissi ve düşüncesi oluyor. Kaygı anında çok derin nefes alındığı için birtakım bedensel etkiler artabiliyor örneğin baş dönmesi, sersemlik,uyuşukluk ve karıncalanma görülebiliyor. Bu sefer bu belirtilerin verdiği etkiyle kişi daha çok panikliyor. Kişinin dikkatini dağıtması ve başka şeylere odaklanması da son derece mühim. Herkesin dikkatini dağıtan unsur farklıdır kimine bir yakınıyla konuşmak iyi gelir kimine film izlemek kimine de dışarı çıkmak. ‘’KİMSE SAFRA KESESİNDE BİR TAŞ OLUNCA BUNU BAŞARISIZLIK OLARAK ALGILAMIYOR AMA NE YAZIK Kİ PSİKİYATRİ HASTALIKLAR BİR BAŞARISIZLIK BİR GÜÇSÜZLÜK OLARAK ALGILANIYOR’’  Yaygın anksiyete bozukluğu yaşayan danışmanlarınızın yakınlarına önerileriniz nelerdir ? Kişiye nasıl yaklaşılması veya yaklaşılmaması gerekir? Bu kısım gerçekten çok önemli hasta yakınları öncelikle bunun bir hastalık olduğunu fark edebilmeli. Kaygı bozukluğu yaşayan birine ‘’Bu yaptığın çok saçma, korkacak bir şey yok neden korkuyorsun, hadi kendin aş ‘’ gibi cümleler kurmak  oldukça yanlış çünkü rahatsızlığı yaşayan kişinin kontrolünde değil bu durum. Çoğu psikiyatrik hastalıkta, hasta yakınları sanki kişinin kontrolünde olan bir şeymiş gibi  de kontrol etmek istemiyormuş ya da güçsüzmüş gibi görür bu durumda kaygı bozukluğu yaşayan kişiyi daha da kötü hissettiriyor. Hasta, kendini yetersiz hissediyor, ben bununla da baş edemiyorum hissine kapılıyor. Kimse safra kesesinde bir taş olunca bunu başarısızlık olarak görmüyor ama ne yazık ki psikiyatri hastalıklar bir başarısızlık bir güçsüzlük olarak algılanıyor. Hasta yakınlarına önerim şu, ruhsal bozukluk yaşayan yakınlarına  yargılamadan, suçlamadan, ön yargıda bulunmadan yaklaşsınlar. ‘’ÇOĞU KİŞİ, RUHSAL SORUNLARINI KENDİ KENDİNE YENECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR’’ Son olarak gazetemiz okurlarına ve ruhsal bozukluk yaşayan bireylere ne söylemek istersiniz? Ruh sağlığı için başvuruda bulunurken insanların birtakım çekinceleri olabiliyor. Çoğu kişi, ruhsal sorunlarını kendi kendine yeneceğini düşünüyor ve kimseden yardım almadan üstesinden gelmeyi bir başarı olarak adlandırıyor. Çoğu danışan bize ne yazık ki son aşamada geliyor. Bu durumun kırılması son derece önemli biraz evvel verdiğim örnekteki gibi safra kesesindeki taşı kendi başıma çıkaramama, doktora gitmem nasıl bir başarısızlık değilse aynı şekilde ruhsal anlamda bir uzmandan yardım almakta başarısızlık değildir. (Ekin Hazal DOĞRUYUSEVER)