Bir ömür boyunca insanoğlu mutlu olmanın formülünü arar, sorur, soruşturur. Bakar ki ömür geçmiş ama hala mutlu olmanın sırrını bulamamıştır. Çünkü çoğu zaman gözümüzün önündeki şeyleri göremiyoruz. O göremediğimiz şey kendisini bize göstermeye çalışsa da biz ısrarla onu görmemeye çalışıyoruz. Hâlbuki mutlu olmak denilen şey o kadar da zor bir şey olmamalı. 

Sokakta gezerken ayağında çorabı dahi olmayan, üstelik kış mevsiminin ortasındayken bir kız çocuğu görmüştüm. Ayağının çıplak olmasına da yoksul olmasına da kesinlikle aldırış etmiyordu. Sadece müziği dinliyor ve dans ediyordu. İşte mutlu olmak böyle bir şeydi. 

İnsanoğlu mutluluğa sahip olmayı çok şeye sahip olmaya bağlıyor. Ama mutluluğun kaynağı para ve bolluktur tezini çürütecek onlarca örnek var. Dolayısıyla çokluk ile değil, azlık ile de mutluluğu yakalamamız mümkündür. Yeter ki aza kanaat getirebilelim, onunla yetinmeyi bilelim. Ne zaman ki isteklerimiz çoğaldığında, mutluluğu yakalamamız da o kadar zorlaşmış olacaktır.

Gücümüzün yettiği kadar sahip olduğumuz şeylerle mutlu olmanın mümkün olduğunu da öğrenmek gerekiyor. Yoksa koskoca ömrü mutsuzum diye yakınmakla geçiririz. Bunun yanı sıra da umudu kaybetmeden yola devam etmeli. Aşağı da size aktaracağım hikaye bu gerçeği çok güzel saklamaktadır. Hikaye kar teması ile başlıyor ve adeta bize ders veriyor;

Rüzgâr esiyor, lapa lapa yağan kar çatıları beyazlaştırıyordu. Bir evin bir odasında, el işi yapan iki kişi oturuyordu: saçları ağarmış bir kadın ile bir genç kız... İhtiyar kadın ara sıra soluk kansız ellerini küçük bir mangalda ısıtıyordu. Genç kız, gözlerini kaldırıp, bir müddet sessizce, beyaz saçlı kadını seyretti. Sonra, sesinde anlatılmaz bir tatlılık ve şefkatle: “Anne, hep böyle yoksulluk içinde yaşamadınız ya?” dedi.

Saçları ağarmış kadın: “Kızım, Allah sahiptir, yaptıkları iyidir” cevabını verdi.

Bu sözleri söyledikten sonra biraz durdu ve devam etti: “Babanı kaybettiğim zaman, geride sen olmana rağmen, benzersiz bir felâkete uğradığımı sandım. O zaman yalnızca ondan ayrılığın acısını duyuyordum. Sonraları, baban hayatta olsaydı ve o halde bu fakirlik içinde olsaydık, onun nasıl da kahrolacağını düşünmeye başladım. İşte o zaman, Allah’ın ona karşı şefkatli davranmış olduğunu hissettim.”

Genç kız cevap vermedi, başını eğdi ve saklamaya çalıştığı birkaç damla gözyaşı, elinde tuttuğu ketenin üzerine düştü.

Annesi ilave etti: “Onu esirgeyen Allah, iyiliğini bizden de esirgemedi. Tamam, az bir şeye kanaat etmemiz ve bu azı da çalışarak kazanmamız gerekiyor. Fakat, yaşamak için bu kadarı da yetmiyor mu? Bir gün bile aç kalmadık, yatacak yerimiz de var, yanımda sen varsın. Nasıl O’ndan şikâyet edebilirim?”

Bu son sözler üzerine, genç kız heyecanla annesinin dizlerine kapandı, ellerini aldı, öptü, ağlayarak göğsüne doğru eğildi.

Anne, sesini yükseltmek için gayret sarf ederek: “Kızım,” dedi. “Mutluluk, çok şeye sahip olmakla değil, ümitle ve sevgiyle gelir.” 

Editör: TE Bilisim