Mutasavvıf şair (D. 30 Eylül 1207, Belh / Afganistan - Ö. 17 Aralık 1273, Konya) Mevlâna Celâleddin Muhammed Rumî, Mevleviyye tarikatının kurucusu olarak kabul edilir. “Mevlâna” adı “efendimiz”, “başkanımız” anlamlarına gelir ve kendisine duyulan sevgiyi ifade eder. “Rûmî” adı ise, Konya’da, yani o zamanlar Diyarı-ı Rum (Rum memleketi) denilen Anadolu’da yaşamış olması nedeniyledir. Babası, bilgin ve mutasavvıf,  Sultanu’l Ulema (Bilginlerin Sultanı) unvanıyla tanınan Muhammed Bahaeddin Veled (1191-1231); annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Sultanu’l Ulema, Moğol istilasının başlaması nedeniyle ailesini yanına alıp Şam ve Hicaz’a uğradıktan sonra Anadolu’ya gelmişti. Bir süre Malatya, Erzincan, Akşehir ve Larende (Karaman)’de kaldıktan sonra Konya’ya yerleşti (1229). Muhammed Bahaeddin Veled, Anadolu’ya geldiğinde Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından saygıyla karşılandı ve iki yıl burada halkı irşad etti.

Şems-i Tebrizî’nin Konya’ya gelişi ise (1244) Mevlâna’nın hayatında bir dönüm noktası oldu. Büyük bir sevgi ve saygı duyduğu gönül dostu Şems’e olağanüstü bir yakınlık gösterdi. Tasavvuf alanında bilmek ihtiyacını duyduğu yeni bilgileri öğrenmek için zamanının tümünü Şems’le sohbete ayırarak, halka verdiği ders ve vaazları bıraktı. Mevlâna’nın Şems’e gösterdiği sevgiyi kıskanan kimilerinin, bir zaman sonra aleyhinde dedikodulara başlayıp şikâyetlerini arttırması üzerine, Şems ansızın ortadan kayboldu (1246). Büyük dostu Şems’ten ayrılmak Mevlâna’ya büyük bir acı verdiğinden tümüyle kendi iç dünyasına çekildi. Şiirleri de bu dönemde doğmaya başladı. Şam’da olduğunu öğrendiği Şems’i bulup yeniden Konya’ya dönmeye ikna etmesi için oğlu Sultan Veled’i Şam’a gönderdi. Şems, Mevlâna’nın ricasını kırmayarak Konya’ya geldiyse de iki büyük gönül dostunun birbirlerine gösterdikleri sevgiyi çekemeyenlerin kıskançlığı yeniden başladı. Şems, bu kez bir daha geri dönmemek üzere Konya’dan ayrıldı (1247).

Düşünce ve edebiyat tarihimizin övünç kaynaklarından, dünyanın en büyük şair ve düşünürlerinden biri olan Mevlâna Celâleddin Rumî; İslam dinini şiir, sanat, raks, müzik yoluyla en ince yorumlayan kişidir. Bu yorum, İslam ve İslam dışı bütün insanlık tarafından benimsenmiş, insanlığın esin kaynağı olmuştur. İngiliz doğu bilimcisi A. J. Arberry, Mevlâna’yı “Dünyanın en büyük ozanı” olarak nitelerken, Goethe onun etkisinde kalmış, Rembrandt tablosunu yapmış, Muhammed İkbal yaşam felsefesini onun düşüncelerinin üstüne kurmuştur. İngiliz doğu bilimcisi Nicholson otuz yıl çalışarak “Mesnevi”yi İngilizceye çevirmiş ve yapıtın Batı dünyasından tanınmasını sağlamıştır. 

Mevlâna biçimci değildi, her türlü kısıtlamanın karşısındaydı. Edep, vefa, sabır, eğitim gibi ahlak kavramlarının gerçek anlamını aramayı ve insanlara bunu öğretmeyi görev edinmişti. Ona göre asıl konu “insan”dı. Din, felsefe, ahlak, insanı daha mutlu etme yolunda gelişen araçlardı. Bu araçlara takılıp kalmak, gelişmeyi ve gelişme hızını kesecek yanlış davranışlardır. Doğru olan, gerçeğe giden yolu bulmaktı ve bu yol, “aşk” tan geçerdi. Sonsuz bir sevgi, bu sevgi hoşgörü ve vefa kavramlarıyla desteklenecek, beslenecektir. Mevlâna için sözünü ettiği bu aşk anlatılmaz yaşanır, yaşayarak öğrenilirdi. Bu nedenle, bir gün kendisine “Aşk nedir efendim?” diye soran bir öğrencisine, “Ben ol da bil!..” yanıtını vermişti

Birleşmiş Milletler kültür örgütü UNESCO, 2007 yılını “Dünya Mevlana Yılı” olarak ilan etmişti. Mevlâna Celaleddin-i Rumî, her yıl Aralık ayında Konya’da düzenlenen törenlerle anılmaktadır. Eserlerinde yer yer Türkçe-Farsça karışık mülemma (dizelerden her biri farklı bir dilde yazılmış) şiirler de bulunan şiirlerinin her biri İslâm şark klasiği olan eserleri, o dönemin yoğunluklu olarak edebiyat dili olduğu için Farsça yazılmıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’nın eserlerinin tümünü Türkçeye kazandırdı. Başta “Mesnevi”si olmak üzere “Divan”ı ve diğer eserleri dünyanın pek çok diline çevrildi.

Editör: TE Bilisim