Tarihte bugün sanatçı ruhların birbirine karıştığı bir gün. 13 Temmuz 1817’de Anne Louise (İsviçreli yazar) hayata veda ediyor, 1862 Gustav Klimt (Avusturyalı ressam) doğuyor. 1890’da Ossip Zadkine (Rus heykeltraş ve ressam), 1903’de Irvıng Stone (Amerikalı yazar) doğuyor, 1939 Alphonse Mucho (Çek ressam) ölüyor. Ve 1918’de Ingmar Bergman doğuyor. Özel bir gün bugün. Sanatını icra edip ölümsüzleşen sanatçıların ardından onların sanatını devralıp başka bir yere taşıyacak başka sanatçılar hayat buluyor. Bu değerli sanatçıları anarken gözümün önüne onların yüz ifadeleri ya da fotoğrafları gibi siluetler gelmiyor. İlk aklıma gelen eserleri oluyor. Bugün doğanlar kişiler değil de eserlermiş gibi... Gustav Klimt değil de The Kiss doğmuş gibi; Ossip Zadkine değil de The Prisoners doğmuş gibi; Irvıng Stone değil de Yaşama Tutkusu doğmuş gibi bir his uyanıyor bende.Ölenler ise hiç ölmemiş ruhları eserlerinde yaşıyor gibi. Alphonse Mucho’nun mezarını ziyaret etmektense Dört Mevsim tablosunu izlemek onu görmek onu yaşatmaktır. Kadınları içeren tablolarındaki esnek ve akıcı çizgilerin sağladığı güçlü etkiyi izlerken Mucho’nun karşınızda olduğunu anlarsınız. Benliğini arayan bir sinematograf olan Ingmar Bergman için de farklı şeyler söylemeyeceğim. Onu anarken de aklıma ilk gelen Persona oluyor sonrasında Bir Yaz Gecesi Tebessümleri… Hayat ve sanat üzerinden varoluşa dair sorgulamaların filmlerinin merkezindedir. Yaşadığı travmalar, kabuslar, deneyimleri ve çocukluğu filmlerinde sıkça yer bulur. Bu yüzden Bergman anarken filmlerinden herhangi birini izlemek onu görmek onu yaşatmak ve ölümsüzleştirmektir. Dolayısıyla sanatçının eserinden kısa olan fani ömrü bittiğinde sanatçı eserle yaşar evrenin sonsuzluğuna, doğanın diyalektiğinin bittiği noktaya kadar bu ilişki böyle sürer gider.

Editör: TE Bilisim