Aile kavramı ilkokulda bize öğretilen ilk şeylerden belki de. “Toplumun temel taşı ailedir” sözleriyle öğretilir hatta… Bu klasik cümle ile aile kelimesini de tam anlamıyla kavramaya başlarız. Toplum algısına göre aile birliğinin oluşabilmesi için evlilik olgusunu gerçekleşmesi gerekir ki aile kavramı sürekliliğini sağlayabilsin. Bundan mütevellit evlilik kavramı, özellikle bizim gibi toplumlarda, çok önem arz eder. Herhâlde bu sebeplerden ötürü her birimizin zihinlerinde evlilik ile ilgili bazı kodlamalar oluşmuştur.

Özellikle kız çocuklarında daha baskın olan bu kodlamalar, bulunduğumuz çevrenin dolayısıyla yaşadığımız toplumun etkisiyle oluşur. Bu oluşum öyle temel bir yargı üzerine kurulmuştur ki sosyo- ekonomik düzeyleri farklı olan insanlarda bile aynı sonucu doğurur. Yani eğitimli, eğitimsiz, zengin, fakir fark etmeksizin herkes için evlilik eninde sonunda yapılması gereken bir eylemdir. Tek fark, kimi kesimlerde erken yaşlarda olurken bazı kesimlerde yaş ortalaması biraz daha artmaktadır. Ya da bazıları bunu daha gösterişli yapar bazıları ise daha sade. Sonuç ise aynıdır.

Mesela kendinizden pay biçin. Çocukluk yıllarınızdan beri evlilik ile ilgili aldığınız mesajları bir düşünün! Bu mesajlar birebir sizlere verilmese de abi ya da ablalarınız için söylenen cümleler, sizde bir fikir oluşturur. Yetişkinlik dönemi geldiğinde ise aynı mesajları siz almaya başlarsınız.

‘’Yaşın geldi, hatta geçiyor bile ne zaman evleneceksin?’’

‘’Askerliğin de bitti daha neyi bekliyorsun?’’

‘’Senin yaşındakiler ikinci çocuğunu kucağına aldı.’’

‘’Bu kafayla sen zor evlenirsin’’

‘’Nikâhta keramet vardır.’’

Bu ısrar edici cümleleri okurken her ne kadar yüzümüzde bir tebessüm de belirse, evlilik konusundaki toplumsal baskının boyutlarını somutlaştırıyor aslında. Evlenmeyen ya da evlenemeyen kişi üzerinde ciddi bir psikolojik baskı yaratıyor. Böylece evlilik gönül işi olmaktan çıkıp yapılması gereken bir sorumluluğa dönüşüyor. Kendisini evlilikle bağdaştırmayan insanlarda bile bu baskı etkisini bir şekilde gösteriyor. Nasıl olursa olsun ya da kim olursa olsun bu işi yapmam gerek noktasına götürüyor insanları.

Yani toplumların temel taşı olan ailenin, kuruluş şekli yanlış yapılıyor aslında. Temel taşı yanlış kurulunca, haliyle toplumun genel yapısı da bu yanlışlar sebebiyle sarsılıyor. Haliyle bu sarsıntılar sebebiyle ‘’Kimi görsem boşanıyor’’ şaşkınlığını yaşıyoruz. Bir de işin resmi kayıtları var tabi. 

TÜİK verilerine göre büyük bir kısmı corona virüs salgınının etkisi altında geçen 2020 yılında evlenen çiftlerin sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 10,1 azalarak 487 bin 270 oldu. Boşanan çiftlerin sayısı ise 2019 yılında 156 bin 587 iken 2020 yılında yüzde 13,8 azalarak 135 bin 22 oldu. Belki pandeminin etkisinden dolayı evlenme ve boşanma sayılarında bir önceki yıla göre bir düşüş olsa da yine de boşanma oranı yüksek. 

Bu resmi sonuçlar. Bir de üstüne resmi nikâhları olmayıp dini nikâhla yaşayıp ayrılan çiftleri düşünürseniz ortaya daha da şaşırtıcı sonuçlar çıkacaktır.