Toplumsal yaşam içerisinde karşılaştığımız birçok eşitsizlik, çeşitli eşitsizlik biçimleriyle ilgili farklı farklı yaklaşımlar, farklı yönelimler var. Geçtiğimiz haftalarda ardımızda bıraktığımız anneler gününün hemen akabinde, “Umutlu yarınlar” yazımda bu eşitsizlik türlerinden biri olan, toplumsal cinsiyet eşitsizliği hakkında yazmıştım sizlere. Simone de Beauvoir’ı, “Kadın doğrulmaz, kadın olunur” sözü ile anmıştık beraberce.

İnsanların, cinsiyetlerinin farklılıklarına göre maruz kaldıkları, eşit olmayan tutum ve yaklaşımları anlatmak için kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkan, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kökenine baktığımızda, toplumsal cinsiyetlere yüklenen rollerdeki farklılıkları görmekteyiz. Örneğin kadınlara sıklıkla bakım ve hizmet etme rolleri yükleyen toplum, erkeklere, özellikle de iş hayatında, genellikle akılla ve fiziki güçle yapılacak roller yükler. Kız çocukları oyuncak bebeklerle oynatırken, erkek çocukları genellikle arabalarla oynatırlar. Toplumsal cinsiyet rollerini kabul eden bir ailede doğuyorsak ve bu eşitsiz durumu da sorgulamıyorsak, genellikle topluma ve ataerkil dünyaya uyumlu bireyler oluveririz.

İlginçtir; kadınlar bir şeyleri başardığında “erkek gibi kadın” cümlesi bir övgü olarak algılanırken, nedense bir erkeğe “kadın gibi erkek” denilirse eğer, bu söylem bir hakaret olarak kabul görür.

Bu yazımda, habituslarımız ve doxalarımız dolayısıyla içine doğduğumuz pratikleri olduğu gibi kabul etmeyen, sorgulayan ve dönüştürmek için mücadele edenleri, bir filmden de bahsederek anmak istiyorum.

Suffragette. 1900’lü yılların başında, oy hakkı ve eşitlik için mücadele eden kadınların hikayesinin anlatıldığı film, “neden feminist olmalıyız” sorusunun cevabını da gözlerimizin önüne seriyor.

Gündelik hayatlarımızda katıldığımız tüm kurumlarda, pratiklerde karşımıza sürekli yok sayılmışlık, ötelenmişlik olarak karşımıza erkek egemen düşüncenin yanlışlığını ve onunla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatan filmde de gördüğümüz üzere, feminist hareket önce sokakta başlıyor. Aynı işlerde çalışsalar dahi, sergiledikleri eşit emeğe karşılık erkeklere göre çok daha az para alan kadınların, bu durumu kabul etmeyip, bu ataerkil topluma karşı cesurca başkaldırışlarını anlatıyor Suffragette.

Fimde geçen bir sahneden sözlerle sonlandırmak istiyorum yazımı;

"Dünyaya gözlerini açan her küçük kızın, ağabeyleriyle eşit şansa sahip olacağı zamanlar için savaşıyoruz. Kaderimizi belirlemek için, biz kadınların sahip olduğu gücü asla hafife almayın. Bizler yasaları çiğneyenler değil yasaları oluşturanlar olmak istiyoruz"

Umutla!