Deyimler mecazi anlamda kullanılarak gerçek yaşanan olaylara ışık tutarlar. Geçmiş yıllardan beri atalarımızın tecrübe ve deneyimlerine bağlı olarak söyledikleri sözcükler günümüze kadar aktarılmıştır. Günlük hayatta yaşanılan olaylar sonucunda elde ettiğimiz sonuçlar nedeni ile sessiz kalmayı tercih edip hiçbir şeye karışmama kararı alınır. Elini eteğini çekmek deyimi de bu durumları anlatmak amacı ile sık sık kullanılan deyimlerden biri olmaktadır. Türk Dil Kurumu sözlüğü ise elini eteğini çekmek deyimini şu şekilde tanımlıyor: Bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmamak, dünya işleri ile ilgilenmez hale gelmek.

Deyim, o dile ait kavramları, durumları hoşa giden anlatımlarla ya da özel bir yapı veya söz dizimi içinde belirten ve çoğunlukla gerçek anlamlarından farklı anlamlara gelen sözcüklerden oluşan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da cümlelere denir. Yukarıda yazdığımız elini eteğini çekmek deyimine ise birçok örnek verebiliriz. Örneğin; Uğramaz olmak: “Kahvehaneden elini eteğini çekmişti.” Uğraşmamak, ilgilenmemek: ‘Siyasetten elini eteğini çekmeye karar verdi.” O şeyle ilgisini kesmek: “Son yıllarda dünyadan elini eteğini çekti.” Şeklindedir. 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanı bu duruma örnektir. Kitabın konusu; Dünyadan elini eteğini çekmek isteyen aydın bir kişinin acı ve korkunç bir hakikatle karşı karşıya gelmesi ve tepkileri, kısmen de olsa köylünün Kurtuluş Savaşına olan bakış açısı, yazarı kendisine ait olan yapayalnız dünyasında onu mutlu edecek birini buluşu ve onu terk etmek zorunda kalmasıdır. 

Ahmet Celal, bir Osmanlı padişahının oğludur. Savaş esnasında vurulmuş ve kolunu kaybetmiştir. Bu hazin hadiseden sonra, dünyadan elini eteğini çekmiş ve toplumdan kaçmak, sessiz sakin bir yerde yaşamak için Anadolu’nun ücra köşelerini seçmiştir. Bu sebepten dolayı, onun subaylık yaptığı dönemde ona emirer olarak hizmet eden M. Ali’nin köyüne gider. Köydeki ilk günleri onun için çok zor olmuştur. Çünkü bundan önceki yıllarda, İstanbul’da yaşamış ve oranın kültürü ile bezenmiştir. Köylüler ona, oranın yabancısı olduğu için ‘ Yaban’ derler. Fakat, Ahmet Celal bu lakabı kendine laik bulmaz. Çünkü o, kolunu salt bu bu millet için kaybettiğini savunur. Onun için köydeki ilk iki hafta köy yaşantısını alışma safhası olarak geçer. Bu arada M. Ali’nin müstakil evinin bir odasında kitaplarıyla gününü geçirir. Kitapları bir nebze dahi olsa yalnızlığını ve acısını unutmayı sağlar. Onlar, onun en iyi dostu olmuştur. Bu zaman zarfında, M.Ali’nin annesi, kız kardeşi ve kardeşi İsmail ile tanışır. Köy ortamı ona, İstanbul gibi büyük bir yerde yaşadığı için çok rezalet gelir.

Haftalar ilerledikçe Ahmet Celal, köy ahalisiyle yavaş yavaş tanışır. Köyün en zengini Salih Ağa, muhtar ve Süleyman adında karısını söz geçiremeyen adamla samimiyet kurar. Fakat, bu samimi yet sınırlıdır. Ahmet, onlara hep savaştan, Atatürk’ten ve O’nun yaptıklarından bahsederken onlar, onu hiç ciddiye almaz ve bir gün düşman gelip, ülkeyi Osmanlı’dan alacak ve onlar huzurlu bir ortamda yaşayacaklarını inanırlar. Fakat bu yaşantı bir türlü gelmiyor. 

Yaban dünyaya küsmüş bir aydının acısını ve yalnızlığını işlemiştir. Aydın ile köylüler arasındaki düşünce ayrılığı bütün ayrıntıları ile verilmiştir. ‘Sağ kolumu ben onlar için kaybettim’ diyen A. Celal, bir yandadn da köylülerin geriliği, cehaleti karşısında aydınlar takımını suçlayan bir aydın kişidir. Y.Kadri hep A. Celal’in karamsar gözüyle bakar olaylara, kişilere. Sona doğru , Emine’yi bırakmak zorunda kalan A. Celal ‘’Bize yine yol gözüktü.’ demesi sembolik ve epey karamsar bir anlam kazanıyor.

Editör: TE Bilisim