Hayatımız son 1 yıl içerisinde çok değişti. Her birimiz alışık olmadığımız bir yaşamın içine girdik. Ağzımızda mutlaka maske olacak, çantada kesinlikle dezenfektan taşınacak, mümkün olduğuna kimseyle temas olmayacak ve dışarıda çok fazla vakit geçirilmeyecek gibi kurallar girdi hayatımıza. Birçoğumuz bu yaşama alışabilmiş değiliz. Bu alışamama durumu ise beraberinde şikayeti de getiriyor. Her şeyden şikayet eder duruma geldik/geliyoruz. Haksız da sayılmayız… Zaten birçok araştırmaya göre de bu süreçte psikologlar, psikiyatriler en çok ziyaret edilenler arasına girmişler. Çünkü yeni düzen insanı çok zorluyor ve hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Neyse ki aşılanma çalışmaları başlandı. Yavaş yavaş herkese aşılanacak ve bağışıklık kazanan vücutla normal yaşamımıza döneceğimizi umut ediyorum. Şikayet demişken, normal yaşamda olsun, iş yaşamında olsun insanın en çok enerjisini bitiren şeylerden biri de şüphesiz devamlı şikayet etmesidir. Öyle ki bazıları şikayet etmeyi bir davranış biçimi haline getirmiştir. Pandemi ile başlayan şikayetlenmenin haricinde her şey yolunda dahi olsa muhakkak şikayet edecek bir şey bulacak insanlarla dolu etrafımız. Ben bunları kısaca ‘’enerji vampirleri’’ olarak nitelendiririm. Kendilerini tükettikleri gibi yanındakileri de tüketmeye yeltenirler. Bunun en büyük ilacı ise şükretmektir. Her ne olursa olsun her ne yaşanırsa yaşansın hep şükretmek. İnternette bir yazı okumuştum çok  hoşuma gitti. Yazıda acının miktarının hep aynı olduğu bizimse ona verdiğimiz tepkilerin farklı olduğu yazıyordu. Katılmamak elde değil. Bu yazıyı siz okurlarımla da paylaşmak isterim. ‘’Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Çok Tuzlu" diye yanıt verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye yanıt verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye soran yaşlı adamı, "Hayır" diye yanıtladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: "Hayattaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.’’