Yıl 2006, uzun bir maratonun başındaydım. Endişeli, umutlu, heyecanlı ve sabırsız. Evet, üniversite sınavlarına hazırlanırken hedeflerime doğru adım adım ama bir o kadar da ürkek ilerlemenin kaygısını taşıyordum. Hedefim mezunu olduğum Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin kapısını aralamak, Ahmet Taner Kışlalı hocamızın adını verdiği dersliklerde dirsek çürütmek, hayallerime bir adım daha yaklaşabilmekti. Hayal ile hedef arasındaki farkın harekete geçmek olduğunu çok iyi biliyordum. O yıl sınavlara canımı dişime takarak çalıştım. Ve size itiraf etmeyelim ki sınav sonuçlarının açıklandığı gün yaşadığım o rahatlamayı, mutluluğu, kendi isteklerime, hedeflerime yaklaşmış olmanın hazzını bir daha yaşamadım. Üniversite yıllarım hayallerimi gerçekleştirmiş olmanın rahatlığıyla geçerken birbirinden kıymetli iletişimin ekolü haline gelen hocalardan ders alma imkanına eriştim. Ankara İLEF, bana her şeyi oldum olası körü körüne kabul etmemeyi, sorgulamayı, analiz etmeyi, eleştirel açıdan da bakabilmeyi, farklılıklara saygı duymayı en önemlisi de kendini saymayı öğretti. Basın sektöründe çalışıyorsan bu işi sevmen lazım, yoksa yapamazsın. İLEF de öyleydi sevmezsen okuyamazsın. Üniversiteyi hiç uzatmadan, altta ders bırakmaktan bir çırpıda bitiriverdim okurken birçok şeyin benim için aslında ne kadar önemli olduğunun farkına varamadan. Binbir umutla mezun oldum. Kısacası ‘Hayatla Tanışma’ aşamasına geldiğim o dönemde belki 4 - 5 yaş birden büyüdüm, 8- 10 kg aldım. Boşuna mı okudum dediğim zaman sayısı git gide arttı. İdeallerin yerini çoktan gelecek kaygısı almıştı bile. Önümde işsizliğin kol gezdiği kalabalık bir sektör vardı. Alanım olmayan başka işlere iş başvurusu yapmaya başladığım zamanları hatırlamak dahi istemiyorum. Bazılarını da geri çevirerek tam tamına 2 yıl bekledim. Beklemek ne kelime adeta direndim. En sonunda beklediğime değdi ve Ankara- yerel basında muhabirlik yapmaya başladım. Bu yıl ikinci Çalışan Gazeteciler Günüm.. Basın kartımı elime aldım, sektörü daha yakından tanıma imkanı buldum, çalıştım, çabaladım. Yaratmanın başlangıcıdır düş gücü. Dilediğinizi düşler, düşlediğinizi amaçlar, amaçladığınızı yaratırsınız sonunda. Benimki de o hesap.. Malloch’un şu satırlarını hatırlarım kendime; ‘’Hepimiz kaptan olamayız, bazılarımız tayfa olmaya mecburuz. Dünyada hepimiz için bir şey var. Yapacağımız iş, size en yakın olan iştir. Cadde olamazsan patika ol. Güneş olamazsan yıldız ol. Kazanmak, yahut kaybetmek ölçü ile değildir. Sen her neysen, onun en iyisi ol’’ Hiçbir zaman kendime ‘’Gazeteciyim’’ diyemedim çünkü biliyorum ki gazeteciyim demek için 40 fırın ekmek yemem gerek. ‘İnsan, oldum, bittim, piştim’ dediği anda kendini bir adım geriye götürmez mi zaten? İşin mutfağında başladım muhabirliğe.. Kanalların muhabir kadrosu çoğunlukla İstanbul’da olsa da ‘Ankara muhabiri’ olmak önemlidir. Tüm siyasi ve bürokratik kaynaklara en hızlı Ankara muhabirleri ulaşır. Bu açıdan işe doğup büyüdüğüm yer olan Ankara’da başladığım için avantajlıyım. Bu iki yıl içerisinde gazetecilik bana ne kattı derseniz sabrı,özveriyi,empatiyi zor şartlar altında her daim kendinde olmayı, çok çalışmayı, sinirlerine hakim olmayı, didinmeyi ve kendini var etmeyi.. Röportaj yaparken gözleri dolana, ağlayana, gülene, sitem edene, sesini duyurmaya çalışana, şikayet edene gözümü kulağımı dört açtım. Her olaydan bir ders, her kişiden kulağıma küpe edecek bir nasihat çıkardım. Toplumsal bilinci ve kamu yararını gözeterek emek veren, fedakârca çalışan, bir fotoğraf karesi için saatlerce en doğru anı bekleyen; bir satır haberle birçok hayata dokunan değerli meslektaşlarımın ve basın gönüllülerinin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü'nü en içten dileklerimle anarım.