İnsanoğlu yaradılışı itibariyle bencildir. Merkezinde kendisi vardır. Önce kendi mutluluğu ile ilgilenir daha sonra çevresine önem verir. Kendi mutluluğunu sağlamaya çalışırken de etrafındakilere zarar verme olasılığı yüksektir. Bu duyguları taşımayanlar da vardır tabi. Örneğin bir annenin çocuğuna bakış açısı bunun tam tersidir. Yine de insanoğlu içindeki bencil duyguyla bir ömrünü geçirir. 

Hayatın her alanında kendini düşünmek de diyebiliriz buna. Mesela önce kendi karnımızı doyuruyoruz, önce kendimiz için harcıyoruz, önce kendimiz eğleniyoruz, önce seviliyoruz, sonra seviyoruz diye uzar gider. Hep önceleri kendimize ayırıyoruz. Hiç yanımızdakini, sağımızdakini, solumuzdakini düşünmüyoruz. Bunu hemen hemen her birimiz yapıyoruz. Keşke yapmasak…

Hayat bir sürü koşturmalarla dolu. Sabah yataktan kalkmayla başlıyor bu koşuşturmaca ta ki tekrar o yatağın içine girene kadar. Çalışıyorsak eğer iş yerinde çoğu zaman bizle alakası olmayan işlerin arkasından koşuyoruz. Eğer ki ev içerisinde geçen bir yaşama sahipsek evin içinde akşama kadar koştur Allah koştur halinde oluyoruz. Öğrenciysek okulda, çocuksak kreşte…

Bunca hengamenin içinde dünyada bizlere bahşedilmiş güzellikleri kaçırıyoruz. Bunlardan en önemlisi de sevgi belki de… Sevgisizlikle büyütüyoruz çocuklarımızı. Öğretemiyoruz onlara sevmeyi, sevilmeyi. Halbuki dünyanın bize sunduğu en güzel duygulardan bir tanesi de sevgi. Dünyayı güzelleştirecek tek kelime belki de sevgi. Her şeyi sevgiyle baksak inanım bana hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ne savaş ne yoksulluk ne de sebepsiz yere yaşanan ölümler. Hepsiyle baş edebilecek durumdayız ama bencillik duygusu kör ediyor bizi, farkında değiliz. 

Bununla ilgili şöyle bir şeyle karşılaştım:

“Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”

“Bakın göstereyim” demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir de şart koymuş. “Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine “Şimdi…” demiş ermiş. “Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyurun” deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

“İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman…”

Gördüğünüz gibi sadece kendimizi düşünmeden yaşamak bize hayatta erişilmesi en güzel duygulardan birisini bağışlıyor. O da paylaşmak…

Editör: TE Bilisim