Eskiden gecekondular çoktu ve her birinin de koca koca bahçeleri vardı. Bahçeler ise meyve ağaçlarından geçilmezdi. Meyve ağacı olur da meyve vermez mi? O da sürüsüne bereketti. İsteyen dallarından koparır meyvesini yer, bahçe sahibine de helal et der yoluna koyulurdu. Ya da mahallenin çocuklarınındı o meyve ağaçları.

Birde şimdiyi düşünelim. Birkaç tane müstakil ev kalmış durumda, özellikle de büyük şehirlerde. Her yanımızı koca koca binalar sarmış. Yine de benim yaşadığım bölgede az da olsa bahçeli evler mevcut. Bahçeler de o kadar şaşalı ki bakan bir daha bakıyor. Ama gel gör ki öyle bir duvarlarla örmüşler ki bahçeyi sadece yukarıya doğru uzanan ağaç dallarını görebiliyorsun. Canın çekse de yiyeyim desen o da mümkün değil. Uzanmak için dev insan falan olmak gerekiyor. 

Sonrasında çocuklar için yazları ‘bahçeye dalmak’ diye bir tabir vardı. Bütün yazını böyle geçiren, dalında çürüyene kadar kendisi yiyip, kibarca oradan uzaklaşan çocuklarımız vardı. Ama şimdi... Çocuklarımız 4 duvar arasında büyüdüğünden bahçenin ne demek olduğunu sadece televizyonda, internette görüyorlar desek yalan olmaz. Kalan birkaç tane bahçeli eve de çocuklarında artık neredeyse ulaşmaları mümkün değil. Süs bahçesiymiş gibi öylece uzaktan bakabiliyorlar artık. ‘Göz Hakkı’ diye bir tanımlamanın olduğunu bile bilmiyor olabilirler. Çok üzülüyorum yeni nesil için. Yaz mevsimi içerisinde bulunmamız vesilesiyle bunları düşünüyorken internette Sinan Korkmaz imzasıyla bir yazı gördüm. Bir kısmını sizinle paylaşarak kimseyi göz hakkından mahrum bırakmayın diyorum…

“Ağaçlar ve yemişler bizler için yaratılmıştır. Dünyalık heveslerle onları sarıp, bir avuç meyveye imrenerek baktıranın, iki yakası bir araya gelmez dostlar. Bizler merhametli bir toplumuz. Cesaretimiz ve merhametimiz dillere destan. Aramızda, böyle ufak hesaplar yaparak dengesiz davrananlar varsa şayet, ben sanmıyorum gerçi, uyarmak ayıp değildir. Kimse kıskandığı mallarını sırtına alıp ahirete götüremeyecektir. Koca bir ağacın üzerindeki yüzlerce erikten iki üç tane çürük çıkabildiği gibi aramızdan da cimriliğiyle ün yapmış birkaç kişi çıkabiliyor. Yılandan kıl kırpmaya, sinekten yağ çıkarmaya çalışmak insanın tabiatına yakışmaz.”