Atatürk 29 Ekim’e birkaç gün kala yaşanan gelişmelerin heyecanını kendi kaleminden Söylev’inde yazmıştı. Atatürk Meclis'in durumunu ve ortaya koyduğu çözüm yolunu şöyle anlatıyordu:   "28 Ekim günü akşam üzeri toplantı halinde bulunan Parti Yönetim Kurulu beni çağırdı (...).Düzenlenen  listeye göz gezdirdim. Bence uygun olduğunu, ama bu listede adları bulunan kişilerin de düşüncelerinin ve kabul edip etmeyeceklerinin sorulması gerektiğini söyledim. Bu önerim uygun görüldü. Örneğin, Dışişleri Bakanlığı’na aday gösterilen Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey'i çağırdık. Yusuf Kemal Bey, bu listeye girmeyeceğini bildirdi. Bundan ve buna benzer başka durumlardan anladım ki, Parti Yönetim Kurulu da kabul edilebilecek kesin bir aday listesi düzenleyememektedir. Yönetim Kurulu üyelerine, gerekenlerle daha çok görüşerek, kesin bir liste yapmalarını öğütledikten sonra yanlarından ayrıldım. Gece olmuştu. Çankaya'ya gitmek üzere Meclis'ten ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşalar’a rastladım. Ali Fuat Paşa, Ankara'dan ayrılırken bunların Ankara'ya geldiklerini o günkü gazetede de okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle görüşmek için o zamana değin orada beklediklerini anlayınca akşam yemeğine gelmelerini Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa'ya söylettim.  İsmet Paşa ile Kâzım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de Çankaya'ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya'ya varınca, orada beni görmek üzere gelıniş olan Rize milletvekili Fuat, Afyonkarahisar milletvekili Ruşen Eşref (Ünaydın) Beylere rastladım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek yenirken 'Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz!' dedim. Orada bulunan arkadaşlar, hemen düşüncemi benimsediler. Yemeği bıraktık. O dakidan başlayarak izlenecek yöntem için kısa bir program düzenledim ve arkadaşları görevlendirdim." 28 Ekim gecesi Çankaya'da bulunan konuklar oradan erkence ayrılırlar, yalnız İsmet Paşa kalır. O gece boyunca Atatürk ile İsmet Paşa, Cumhuriyet'in ilanı için Anayasada yapılması gereken değişiklikleri içeren bir tasarı hazırlarlar. Bilindiği gibi bu değişikliğin en önemlileri yönetim biçimiyle ilgili olanlardır. “Türkiye· devletinin hükümet biçimi cumhuriyettir" cümlesiyle başlayan yenilikler, cumhurbaşkanı seçimiyle ve cumhurbaşkanının devletin başı olmasının saptanmasıyla devam eder. Ardından Başbakanın Cumhurbaşkanınca seçileceği, bakanlan da başbakanın seçeceği ve oluşan Bakanlar Kurulu'nun Cumhurbaşkanı’nın ve Meclis'in oyuna sunacağının belirtilmesiyle noktalanır. Atatürk böylece iki isteğine de ulaşır. İlki yıllar öncesinde düşlediği cumhuriyet yönetimini yeri ve zamanı geldiği için uygulamaya koyması, öteki de artık başbakanı da bakanları da tek tek Meclis'in seçme karmaşasına son verilmesi ...   Ertesi günü, 29 Ekim Pazartesi öğleden sonra saat 13.30’da  Halk Partisi Genel  Kurulu’nda bu değişiklik tasarısı okunup tartışıldı. Saat 18.00’de  de  Meclis toplantısında  ele alındı. Bu tarihsel oturumun sonucunu Atatürk Söylev’inde şöyle anlatır:  "Baylar, Meclis'çe Cumhuriyet'i kabul kararı 29/30 Ekim 1923  gecesi  saat  20.30'da  verildi. On  beş dakika sonra, yani 20.45'te Cumhurbaşkanı  seçimi  yapıldı.  Durum o gece bütün ülkeye bildirildi ve her yerde, gece yansından sonra, yüz bir kez top atılarak halka duyıuruldu. İlk Hükümet'i İsmet Paşa'nın kurduğunu ve Meclis Başkanlığı'na Fethi Bey'in seçildiğini biliyorsunuz." Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, Ekim 1925’te Fahrettin Altay Paşa Çankaya’da Atatürk’ün misafiridir. Zihnini hep meşgul eden, Cumhuriyetin niçin ve neden 29 Ekim’de ilan edildiğini öğrenmek ister. Fahrettin Altay Paşa’nın anlattıklarına kulak verelim: “Atatürk hep mazlum bir millet derdi. Cumhuriyetin ilanından epey bir süre geçmişti. Ben de, hep neden 29 Ekim diye kendi kendime sormuşumdur. Bir gün Çankaya’da sofra dağıldıktan sonra, ‘Paşam benim dikkatimi çekmiştir. Hep düşündüm. 30 Ekim 1918 günü mütareke ilan edildi. Adana’daki karargâhınızdan Başkent’e (İstanbul’a) verdiğiniz şifreyi hatırlıyorum. Şimdi aradan zaman geçti, Cumhuriyet’imizin ilanının 29 Ekim gecesine gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi’ diye sordum”. Bunun üzerine Atatürk şunları söylüyor: “Mütarekenin ilk günlerini hatırlarsın. Saray ve hükûmet teslimiyeti kabul etmişti. Hükûmet Saray’ın, Saray da İtilaf Devletleri’nin elinin altına girmişti. Saray bu hâlinden memnundu. Fakat ben bunu kabul edemezdim. Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hasıl oldu. Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı. Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılap, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükâfatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir.” Altay Paşa biraz daha derinlemesine soruyor : “Neden tam 29 Ekim? Üç gün evvel 5 gün sonra da olabilirdi” diyor. Mustafa Kemal bir an durup Fahrettin Altay Paşa’ya bakıyor: “Sen benim 30 Ekim 1918        sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da bir milletin, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.” Atatürk bir an durdu, Fahrettin Paşa’ya baktı ve sonra elini masanın üzerine vurarak: “Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…” Altay Paşa “Ama bundan hiç söz etmediniz” diyecek oluyor. Mustafa Kemal yanıtlıyor : “Övünmek olur, övünmek, benimle beraber mefkûreye inananların, milletin, ordumuzun hakkıdır.”    

Editör: TE Bilisim