Seferberlik döneminde vatanın her karışı işgal güçleriyle mücadele altındadır. Kardeşi de dahil tüm arkadaşlarını cepheye gönderen Aşık Veysel ise hüzünlüdür. Arkadaşsızlık, sefalet ve vatana olan borcunu yerine getirememenin ağırlığı derken kendini mutsuz hissettiği bir dönemi şu cümlelerle anlatmıştır.

“Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.”

Daha sonra ise onu Aşık Veysel yapan dizeler dökülmeye başlamış ağzından birer birer...

“Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına.

Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına.”

Bu ve bunun gibi hayatının her döneminde yaşadığı acıları isyan etmeden ama kederlenerek anlatmış Aşık Veysel. Öyle güzel anlatmış ki dinlerken iliklerimize kadar hissetmişiz bu hikayeleri.

Her bir hikayeyi sazının tellerine vurmuş. Kültürümüzün özü olan türküleri nesilden nesile ağızlardan düşmemiş.

"Benim sadık yarim kara topraktır",

"Uzun ince bir yoldayım...",

"Güzelliğin on par etmez",

"Gün ikindi akşam olur, gör ki başa neler gelir. Veysel gider adı kalır, dostlar beni hatırlasın."

Bizlere düşen görev ise, böyle bir değeri gelecek nesillere anlatmaktır. Çünkü böyle bir değer onlara bırakılacak en büyük mirastır. Ben de bu yazı vesilesiyle Türk Halk Müziğinin son büyük aşıklık geleneğinin temsilcisi olan Aşık Veysel’i rahmetle anıyorum.

Editör: TE Bilisim