Dün ve önceki gün Ankara’nın öyle kolay başkent ilan edilmediğini anlatmıştım. Bunun için ilk teklifin 1921’de geldiğini belirtmiştim. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim çünkü aradan iki yıl geçtikten sonra zaferin hemen ardından konu yeniden gündeme geliyordu. Mustafa Kemal aslında Ocak 1923’teki uzun süren yurt gezisinde Ankara’nın başkent olması fikrini gerekçeleriyle her gittiği yerde anlatıyordu. 1923’ün Mart ayından itibaren gazetelerde de başkentin İstanbul’da mı yoksa Ankara’da mı bulunması veya olması gerektiği ele alınırken İstanbul basınında çok farklı görüşlere yer veriliyordu (Bu görüşleri ayrıntılı okumak için bkz., Cemile Burcu Kartal, İstanbul Üniversitesi, http://www.journalagent.com/jas/pdfs/JAS_1_1_75_88.pdf) Mustafa Kemal’in yurt gezisinden hemen sonra sonbaharda yani 9 Ekim 1923’te Halk Fırkası Grup Toplantısı’nda konu yeniden açıldı. Bu kez, 1921’deki gibi bir yer aranmıyor, başkentin Ankara olması net şekilde belirtiliyordu. “Sivas, Kayseri, Erzurum” sesleri olsa da bunlar oldukça cılızdı. İsmet Paşa ve arkadaşları, aynı günlerde Ankara’nın başkent olmasını Meclis’e teklif etti. Teklif tek madde idi: “Türkiye Devleti’nin makarr-ı idaresi (idare yeri) Ankara şehridir.” 13 Ekim 1923’te Meclis’teki layiha ve Kanun-u Esasiye encümenlerinden geçtikten sonra teklif usulü dairesinde müzakereye başlanıyordu. 1921’deki gibi itirazlar yine devam ediyordu. Yakın Tarihimiz dergisinin üçüncü cildinden itirazları okumaya devam edelim: Gümüşhane Mebusu Zeki Bey: - Akdeniz ile Karadeniz’in birleştiği noktada tabiatın bütün güzellikleriyle bezenmiş İstanbul şehrine olan iğbirarınızın (kırılmak, gücenmek) manasını bir türlü anlayamıyorum. İstanbul, memleketin en büyük ticaret ve fikir merkezidir. Celal Nuri Bey: - İstanbul ancak Avrupa, Asya ve Afrika’da yerleri olan muazzam Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi olabilirdi. Hadiseler yeni Türkiye Devleti’ne merkez olarak Ankara’yı göstermektedir. Bundan sonra İstanbul’un iktisadi bakımdan geliştirilmesine çalışmalıyız. Esasen orayı ihmal edecek değiliz. Fakat devlet merkezi, düşman topraklarından uzak olmalıdır. Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey: - Yanlış iş yapıyorsunuz! Demek ki Ankara’ya çekilerek İstanbul’u Hilafet makarr-ı (yeri) yapmış İslam âlemine terk etmiş oluyorsunuz. Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey: - Zafer yıldızı Ankara’da doğmuştur. Işığını da buradan neşredecektir. Ama Ankara’nın Türkçe olmayan ismini de değiştirmeliyiz. İstanbul’un gayr-i milli çevresi tamamıyla dezenfekte edilmedikçe oraya gidemeyiz. İstanbul Mebusu Hamdullah Suphi Bey: - Her yerde kötü adamlar yetişir. İstanbul’u kötülemeyin! Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey: - Maksadım, İstanbul halkını kötülemek değildir. Kimleri kastettiğim malumdur. Biz, Ankara’da yaşayacağız. Buranın tozu bize pudra gelir. Burada kireçli su içeriz ama düşmanın da canına okuruz… Nihayet müzakereler yeter görüldü. Oya sunulan teklif, yirmiye karşı büyük bir çoğunlukla kabul edildi ve Ankara, “Türkiye Devleti’nin idare makarr-ı” oldu.

Editör: TE Bilisim