TAXİ DRİVER

Abone Ol

Martin Scorsese’nin 1976 yapımı “Taxi Driver” filmi, 1970'lerin Amerika’sında bir dönemi anlatan, aynı zamanda bir kuşağın kaygılarını, yalnızlığını ve öfkesini de beyazperdeye başarılı bir şekilde yansıtan filmidir. Bu yüzden de yıllar içinde “kült” bir statüye erişmiştir. Kült olmasının nedeni, sadece unutulmaz sahnelere veya Robert De Niro’nun efsaneleşmiş performansına bağlı değildir. Film, 1970’lerin çalkantılı Amerika’sını, Vietnam Savaşı sonrası travmaları, New York’un suçla boğuşan karanlık sokaklarını, politik yozlaşmayı ve insanın çevreye yabancılaşmasını, sinema tarihinde eşine az rastlanır bir samimiyet ve sertlikle anlatmıştır. Senaryosunu Paul Schrader yazdığı filmin oyuncu kadrosunda; Robert De Niro, Jodie Foster, Cybill Shepherd, Harvey Keitel, Albert Brooks, Peter Boyle ve Leonard Harris gibi oyuncular rol almışlardır.

Film, Vietnam gazisi Travis Bickle’ın (Robert De Niro) hikayesini anlatmaktadır. Travis, uykusuzluk problemi nedeniyle New York’ta geceleri taksi şoförlüğü yapmaya başlar, bu durumda onu şehrin en karanlık, en yozlaşmış yüzüyle karşı karşıya getirir. Taksi camından gördüğü hayat, Travis’in zihninde büyük bir öfke ve tiksinti biriktirmeye başlar: fahişeler, uyuşturucu satıcıları, şiddet olayları… Ona göre şehir adeta bir “bataklık”tır. Travis, yalnızlığını ve yabancılaşmasını kırmak için bir arayışa girer. Önce bir siyasi partide kampanya asistanı olan, Betsy (Cybill Shepherd) ile tanışır ve onunla romantik bir bağ kurmaya çalışır, fakat uyumsuzluğu ve sosyal beceriksizliği yüzünden bu ilişki kısa sürede sona erer. Bu olay onun yalnızlığını daha da büyütür. Sonrasında yolu genç yaşta fuhuşla para kazanmaya çalışan Iris (Jodie Foster) ile yolları kesişir. Travis, Iris’i sokaklardan kurtarmayı bir tür “kutsal görev” gibi görmeye başlar. Bir yandan da şehirde gördüğü “pislikten” arınma hayali kuran Travis, bir tabanca koleksiyonu edinir, kendisini bir tür sokak savaşçısı gibi eğitmeye başlar. Bu noktadan sonra hikaye, Travis’in iç dünyasında giderek büyüyen şiddet fantezilerinin gerçekliğe taşınmasına doğru evrilir. Film sonunda, Travis’in şiddete varan arayışlarının doruk noktasına ulaştığı kanlı bir finalle sonlanır.

Filmdeki karakterlere gelecek olursak; Robert De Niro'nun canlandırdığı Travis Bickle karakteri, sinema tarihinin en unutulmaz karakterlerinden biri olmuştur. Derin yalnızlığı, topluma yabancılaşması, uyumsuzluğu ve giderek radikalleşen adalet anlayışıyla trajik bir figürdür. Hem kurban hem de potansiyel bir cani olarak çizilmiştir. Dolayısıyla bu karakter, bir kahraman mı yoksa bir anti-kahraman mı belli değildir. Onu bir yandan acıyan gözlerle izleriz, diğer yandan da şiddete sürüklenişinden ürkeriz. Bu belirsizlik, filmi her izleyişte yeniden yorumlanmaya açık hale getirmiştir denilebilir. Ayrıca Robert De Niro'nun buradaki ayna sahnesi sinema tarihinde akıllarda kalan bir sahne olmuştur. Betsy karakteri ise Travis’in hayranlık duyduğu, adeta “melek” gibi gördüğü kadındır. Toplumun daha temiz yüzünü temsil eden bir karakterdir. Ama Travis’in dünyasıyla Betsy’nin gerçekliği arasında uçurum vardır. Bu uçurum, Travis’in sosyal uyumsuzluğunu daha da görünür kılmıştır. Üçüncü önemli karakter olan Jodie Foste’ın canlandırdığı Iris karakteri ise henüz çocuk yaşta sokağa itilmiş bir kızdır. Travis'in gözünde hem kurtarılması gereken hem de onun kahramanlık fantazisinin anahtarıdır. Travis, Iris’i kurtararak adeta kendi varoluşunu meşrulaştırmak ister. Iris karakteri, filmdeki ahlaki çürümeyi temsil eden bir karakterdir. Dolayısıyla bu bir kurtarma hikayesi midir, yoksa Travis’in kendi saplantısını tatmin etme yolu mudur? Bu da filmde, sorgulanmaya açık bir konudur.

Yalnızlık ve Yabancılaşma filmin ana temasıdır diyebiliriz çünkü, Travis, modern şehirde bir yabancı gibidir. İnsanlarla bağ kuramayan, ilişkilerini sürdüremeyen, toplumla uyum sağlayamayan birisidir. Bu durum da yalnızlık, onu şiddete ve radikal eylemlere sürüklemiştir. Filmde şiddet olgusu da oldukça belirli bir şekilde işlenmiştir. Travis’in zihninde şiddet bir arınma aracına dönüşmüş ve toplumu “temizleme” fikriyle hareket eden birisi olmak istemiştir. Bu noktada da film, bireysel kahramanlık ile deliliğin sınırını net bir şekilde göstermek istemiştir. Travis'in kahramanlıkla cinnet arasında gidip gelmesi filmin en rahatsız edici boyutudur.

Bir diğer göze çarpan daha doğrusu gösterilmek istenen konu da; şehir ve çürümedir. New York, filmde adeta yaşayan bir karakter olarak gösterilmiştir. Suçun uyuşturucunun merkezidir. Karanlık sokakları, neon ışıkları, pislik dolu arka mahalleleriyle Travis’in öfkesini sürekli besleyen bir şehirdir.

“Taxi Driver” vizyona girdiğinde büyük bir sarsıntı yaratmıştır. Bazı eleştirmenler filmi “Amerikan toplumunun yüzüne tutulmuş karanlık bir ayna” olarak yorumlamışlar ve Travis’in şiddeti meşru kılacak şekilde kahramanlaştırılması hikayesi tartışma konusu olmuştur. Özellikle finalde Travis’in medyada “kahraman” gibi sunulması, toplumun şiddete karşı körleşmesini sağlayan bir yaklaşım olarak yorumlanmıştır. Filme getirilen bir diğer eleştiri ise filmdeki şiddet sahneleri ve özellikle küçük bir kızın Iris karakterinin fuhuşa itilmesi büyük tartışma yaratmıştır. Jodie Foster’ın bu rolle çocuk yaşta kamera karşısına geçmesi, dönemin basınında Hollywood'da çocuk oyuncularının kullanımı üzerine etik tartışmalar yaratarak, uzun süre konuşulmuştur.

Özetle film, modern şehirde insanın yalnızlıkla, yabancılaşmayla ve şiddetle nasıl baş etmeye çalıştığını anlatan bir konuya sahiptir. 1970’lerin Amerika’sındaki yozlaşma, yalnızlık ve şiddet atmosferi güçlü bir sinematografiyle yansıtılmıştır. Travis Bickle karakteri, hâlâ günümüzde bile tartışılmaya devam eden bir figürdür. Bir kahraman mı, yoksa tehlikeli bir sapkın mı? Sorusu ve Martin Scorsese’nin bu soruya kesin bir yanıt vermeyişi, filmi zamansız kılmıştır. İyi seyirler...