Oliver Stone’un 1974 yılında çektiği, "Seizure" Türkçe adı ile "Nöbet" ya da diğer çevirisi ile "Kabus" filmi, onun hem yazıp hem yönettiği ilk filmidir. Bu film, Stone’un ilerleyen yıllarda işleyeceği korku, iktidar, delilik, ölüm ve suçluluk gibi temaların, bir çeşit taslağı gibidir. Bir yazarın kendi bilinçaltındaki kabuslarının, fiziksel dünyaya sızdığı, gerçek ile hayalin birbirine karıştığı bir atmosferde geçer. Düşük bütçesine rağmen taşıdığı fikir, Oliver Stone’un zihnindeki yaratıcı karanlığın dışa vurumudur diyebiliriz. Filmin oyuncu kadrosunda; Jonathan Frid, Christina Pickles, Martine Beswick, Herve Villechaize, Joseph Sirola ve Henry Judd Baker gibi oyuncular rol almışlardır.
Başkahraman Edmund Blackstone (Jonathan Frid), varlıklı bir yazar ve aile babasıdır. Kırsalda, göl kenarındaki evinde eşi ve oğlu ile sakin bir hayat sürmektedir. Bir hafta sonu arkadaşlarını evine davet ettiği bir günde, işler garipleşir. Gecenin ilerleyen saatlerinde, Edmund’un kâbuslarında gördüğü üç karanlık figür, kraliçe, cüce ve çakal, gerçek dünyada ortaya çıkarlar. Bu üç karakter, sanki onun zihninin derinliklerinden çıkıp gelmiş gibidir. Karakterler, Edmund’un en derin korkularının, bastırılmış arzularının ve suçluluk duygularının temsilcisi gibidir diyebiliriz. Evin etrafında başlayan ölümcül bir oyunla birlikte misafirler tek tek yok olurlar. Edmund, gördüklerinin gerçek mi yoksa deliliğinin bir ürünü mü olduğunu ayırt edemez hale gelir. Film, sonunda onun iç dünyasının tamamen çöktüğü, gerçekle kâbusun birleştiği bir noktaya ulaşır.
Jonathan Frid'in canlandırdığı Edmund Blackstone karakteri, bastırılmış korkularının etkisinde kalan, filmin merkezindeki karakterdir. Gerçeklik algısı bozulan, kendi iç dünyasındaki kötülükle yüzleşemeyen bir adamdır. Onun yaratıcı zihni, aynı zamanda kendi cehennemini de kafasında yaratmıştır. Bu yönüyle, tıpkı Stephen King karakterleri gibi “yazarın yazdığı şeyin kurbanı” olduğu durum halini almıştır. Yani yarattığı kâbuslar sonunda kendi hayatını da ele geçirir. The Jackal karakteri ise, filmin fiziksel şiddetini somutlaştıran bir karakterdir. Yalnızca öldürür; düşünmez, sorgulamaz. Edmund’un içindeki hayvani yönün sembolü gibidir. Martine Beswick'in canlandırdığı Queen of Evil karakteri de ölümün, iktidarın ve dişil gücün filmdeki temsilcisidir. Bütün sahnelerinde erotik bir tehdit havası vardır. Son önemli karakter olan Herve Villechaize'in canlandırdığı Spider karakteri de sessiz ama tehditkar bir karakterdir ve izleyicide hem merak, hem tedirginlik uyandırmaktadır.
Film, ilk bakışta bir ev istilası korku filmi gibi görünse de, aslında özünde insanın kendi iç dünyasıyla olan mücadelesini anlatmaktadır. Oliver Stone, burada bilinçaltı korkularının, dış dünyaya taşmasını fiziksel bir tehdit üzerinden anlatmıştır. Bu noktada Stone’un daha sonraki filmlerinde de sık sık işleyeceği iktidar ve suçluluk temaları, bu filmle kendini ilk defa gösterir. Platoon’daki savaşın ahlaki ikilemleri, Wall Street’teki açgözlülük, JFK’deki paranoya ve Natural Born Killers’taki medya çılgınlığı temalarının hepsi bu filmin içinde vardır. Seizure ilk vizyona girdiğinde eleştirmenlerden pek olumlu tepkiler almamıştır. Düşük bütçesi, dağınık kurgusu ve amatör oyunculuklarıyla eleştirilmiştir. Filmin anlatısal olarak tutarsız olmasına rağmen, bazı yorumcular filmi, Oliver Stone’un yaratıcı yönünün erken bir izdüşümü olduğunu belirtmişlerdir. Özellikle Queen of Evil karakterinin taşıdığı erotik ölümcül tavrı, Stone’un ilerleyen yıllarda cinsellik, güç ve ölüm arasındaki ilişkiye dair takıntısını da açıklayıcı niteliktedir. Yalnızca filmin atmosfer yaratma becerisi ve psikolojik derinliği bazı eleştirmenler tarafından takdir edilmiştir. Zaman içinde film “kült” statüsü kazanmasa da, yönetmenin filmografisinde bir tür karanlık başlangıç noktası olarak görülmüştür. Bugün de Stone’un politik sinemasıyla ilgilenen birçok sinemasever, Seizure’ı onun bilinçaltının sinemayla ilk tanışma denemesi olarak yorumlamışlardır.
Toparlayacak olursak film Oliver Stone’un kariyerinde belki de en az bilinen ama en samimi filmlerinden birisidir. Düşük bütçesi ve eksik yanlarına rağmen, insanın kendi zihniyle hesaplaşmasını anlatan ilk filmlerden birisidir diyebiliriz. Az önce de söylediğim gibi bu filmde, Oliver Stone’un ilerleyen yıllarda Amerika’nın siyasi yapısına, ahlak anlayışına ve insanın içsel çöküşüne dair anlatılarına yön verecek birçok anlatım tarzının denemeleri, bu filmde kendini göstermiştir. Son olarak Seizure filmi için, bir korku filmi olmanın ötesinde, bir sanatçının kendi zihnindeki karanlıkla yüzleşme çabasıdır diyebiliriz. İyi seyirler...