Martin Scorsese’nin 2002 yılında çektiği Gangs of New York, Türkçe adıyla New York Çeteleri filmi, Amerika’nın temellerinin nasıl kan, şiddet, göç ve kimlik çatışmaları üzerine inşa edildiğini anlatan bir tarihsel dönem filmidir. Daha doğrusu tarihsel kurmaca karışımı bir filmdir. Martin Scorsese, yıllardır hayalini kurduğu bu projeyi Leonardo DiCaprio, Daniel Day-Lewis ve Cameron Diaz’ın başrollerde olduğu dev bir prodüksiyonla hayata geçirmiştir. Diğer rollerde ise Jim Broadbent, John C. Reilly, Henry Thomas, Stephen Graham, Eddie Marsan, Brendan Gleeson ve Liam Neeson gibi oyuncular rol almışlardır. Film, 19. yüzyılın ortalarında New York’un henüz bugünkü görkemli metropol kimliğini kazanmadan önce, sokakların çeteler tarafından yönetildiği, göçmenlerin yeni dünyada var olma mücadelesi verdiği günleri anlatmaktadır.
Filmin kabaca konusu, 1846 yılında, New York’un en yoksul ve en karmaşık bölgesinde başlar. Burada farklı etnik kökenlerden oluşan çeteler, mahallelerin kontrolü için birbirleriyle savaşmaktadırlar. Katolik İrlandalı göçmenlerle yerli Protestan Amerikalılar arasındaki gerilim, adeta sokak savaşına dönüşmüştür. Açılış sahnesinde, Dead Rabbits adlı İrlandalı göçmen çetesi ile Natives (Yerliler) olarak bilinen grup karşı karşıya gelirler. Bu savaşta İrlandalıların lideri Priest Vallon (Liam Neeson), acımasız ve karizmatik Bill the Butcher (Daniel Day-Lewis) tarafından öldürülür. Priest Vallon’un küçük oğlu Amsterdam Vallon (Leonardo DiCaprio), yıllar sonra intikam almak üzere Five Points’e geri döner. Ancak bu geri dönüş, düşündüğünden çok daha karmaşık olmuştur. Bill the Butcher, sadece bir çete lideri değil, aynı zamanda politikacılarla yakın ilişkileri olan, şehrin düzenini bile belirleyen birisi haline gelmiştir. Amsterdam, ona yaklaşarak güvenini kazanmaya çalışır, ancak zamanla Bill’in karizması ve gücüyle de etkilenir. Öte yandan Amsterdam’ın yolu, güzel ama tehlikeli bir yankesici olan Jenny Everdeane (Cameron Diaz) ile de kesişir.
Film de, Amsterdam’ın intikam planı ile Bill the Butcher’ın iktidar arzusu arasındaki mücadele ana konu olurken; arka planda Amerika’nın iç savaş dönemi, göçmen karşıtlığı, sınıf çatışmaları ve 1863’teki New York Askerlik İsyanları gibi tarihi olaylar işlenmiştir.
Filmdeki karakterlerden bahsedecek olursak; Leonardo DiCaprio tarafından canlandırılan Amsterdam Vallon karakteri, babasının intikamını almak isterken bir yandan da, film boyunca kararsızlıklarla boğuşur. İntikam hırsı ile hayranlık duyduğu düşmanı arasında sıkışıp kalmıştır. Bill the Butcher karakteri ise filmin en güçlü ve unutulmaz karakteridir. Acımasız ve eli kanlı bir kasaptır. Daniel Day-Lewis’in canlandırdığı bu karakter filmin en çok övgü alan isimlerindendir. Daniel Day-Lewis’in performansı eleştirmenler tarafından da oybirliğiyle övülmüş; onun canlandırdığı Bill the Butcher karakteri, sadece Martin Scorsese sinemasının değil, modern sinemanın da en unutulmaz kötülerinden biri olarak kabul edilmiştir. Leonardo DiCaprio ve Cameron Diaz’ın performansları ise daha karışık yorumlar almış; bazı eleştirmenler, Day-Lewis’in devasa oyunculuğu altında ezildiklerini söylemişlerdir. Üçüncü önemli karakter olan ve Cameron Diaz'ın canlandırdığı Jenny Everdeane karakteri de zekasıyla hayatta kalmaya çalışan bir yankesici karakteridir. Hem Amsterdam’ın hem de Bill’in hayatında önemli bir kişi haline gelmiştir.
Film, bir intikam hikayesi olmanın ötesinde, Amerika’nın “göçmenler ülkesi” kimliğinin sancılı doğuşunu anlatır. İrlandalı göçmenlerin aşağılanması, halen günümüzde bile olan göç tartışmalarına ışık tutmuştur. Bill the Butcher’ın gücü, sadece şiddet yönünün güçlü olmasından dolayı değil, politik sistemle kurduğu ilişkilerden gelmiştir. Bu yönüyle filmde, şiddet, çeteler ve siyaset arasındaki kirli bağlar da çarpıcı biçimde ortaya konmuştur denilebilir.
New York Çeteleri filmi teknik yönden de görkemli yapım tasarımıyla öne çıkmış bir filmdir. Filmin neredeyse tamamı İtalya’daki Cinecitta Stüdyoları’nda kurulmuş devasa bir set de çekilmiştir. Five Points mahallesinin yeniden inşası, sinema tarihinin en etkileyici prodüksiyonlarından biri olarak tarihe geçmiştir. Bir milden büyük bir alana, 19 yy mimarisine uygun yeniden binalar, malikaneler, kiliseler, barlar inşa edilmiştir. Bazı eleştirmenler hikayeyi fazla dağınık bulurken, çoğu kişi filmin atmosferini, tarihsel arka planını ve şiddet dolu görselliğini büyüleyici bulmuşlardır.
Yazının başında da söylediğim gibi, New York Çeteleri, sadece bir intikam filmi değil; aynı zamanda Amerika’nın doğuşunun acımasız bir panoramasıdır. Martin Scorsese, göçmenlerin kan ve terle inşa ettiği bir ülkenin, aynı zamanda şiddet ve nefretle de şekillendiğini göstermiştir. Film, tarihsel gerçeklik ile dramatik kurmaca arasındaki dengeyi her zaman koruyamasa da, destansı sinema örnekleri arasında önemli bir yere sahiptir. Kısacası, bu film bize şunu hatırlatır: Amerika’nın yükselişi, sadece kahramanlıklarla değil; sokak çatışmaları, ayrımcılık ve kanlı hesaplaşmalarla da yazılmış bir tarihtir. Martin Scorsese gibi yönetmenlerde Amerikan toplumunun kendi geçmişiyle yüzleşmesini sağlayacak filmler çekmeye her zaman devam etmektedirler. İyi seyirler…