Martin Scorsese, hem Amerikan sinemasının hem de dünya sinemasının en etkili ve filmleriyle de en çok iz bırakmış yönetmenlerinden biridir. 1942 yılında New York’un Queens ilçesindeki Flushing semtinde, dindar bir Katolik ve İtalyan kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve çocukluğu; şiddetin, fakirliğin, sokak çetelerinin, mafya ilişkilerinin iç içe geçtiği bir çevrede geçmiştir. Astım hastalığı nedeniyle fiziksel olarak zayıf bir çocuktur. Sinema ise o yıllarda onun ilgisini çeken bir alan olmuştur. Onun sinemaya ilk başladığı dönemler, özellikle İtalyan Yeni Gerçekçiliği ve Hollywood'un klasik dönemleridir.
Martin Scorsese'nin filmlerinde göze çarpan en temel ortak özellik, kendi çocukluk yıllarının, dini eğitiminin, yaşadığı çevrenin ve kişisel çelişkilerinin yansımalarıdır. Onun sinemasında karakterler, çoğu zaman şiddet, suç, günah ve kefaret arasında sıkışmış, çıkış yolu arayan kişiler olmuşlardır. Kendisi Katolik bir aileden geldiği için filmlerinde günah ve suç gibi konular, genellikle işlediği temalar olmuştur. Özellikle "The Last Temptation of Christ" (Günaha Son Çağrı) ve "Silence" (Sessizlik) gibi filmlerinde Tanrı, inanç, suskunluk, acı ve affedilme temalarını derinlemesine işlemiştir.
Scorsese’nin erkek karakterleri genelde güç, saygı ve kabul arayışı içindedirler. Fakat bu arayışları çoğu zaman şiddet, ego ve yıkım ile sonuçlanır. "Raging Bull" (Kızgın Boğa) filminde Jake LaMotta, yalnızca ringde değil, hayatta da şiddetin vücut bulmuş hali gibidir. Erkeklik, güç ve şiddet onun sinemasında ayrılmaz bir üçlüdür denilebilir. Martin Scorsese, İtalyan kökeni ve büyüdüğü çevre nedeniyle Amerikan mafyası ve yeraltı dünyasına oldukça aşinadır. "Mean Streets", "Goodfellas", "Casino", "The Irishman" gibi filmlerinde mafyanın romantize edilmeden anlatıldığı, yavaş yavaş çürüyen karakterlerin öykülerini izleriz. Mafya üyeleri, Scorsese’de birer kahraman değil, yalnızca zamanla tükenen, pişmanlıklarıyla baş başa kalan insanlardır. Ayrıca Martin Scorsese yabancılaşma ve toplumdan kopuş olgusunu da filmlerinde işlemiştir. Mesela "Taxi Driver" filmi, yalnızlık ve yabancılaşma temasının zirvesidir. Travis Bickle gibi karakterler, toplumun çürümüşlüğüne karşı kendi sapkın yöntemleriyle bir "temizlik" arayışına girerler. Karakterin iç dünyası, toplumla arasındaki duvarları gittikçe kalınlaştırmıştır. Birde çoğu filminde, modern Amerika'nın yozlaşmış, boş, tüketim kültürüyle sarmalanmış, bireylerini yalnızlığa ve deliliğe sürükleyen yüzünü göstermeye çalışmıştır. Örneğin, "The Wolf of Wall Street" filminde modern kapitalizmin ahlaki çöküşünü neredeyse abartılı mizahi bir tarzla yansıtmıştır.
Martin Scorsese’nin sinematografisine teknik açıdan da bakıldığında dinamik kamera hareketleri, uzun ve kesintisiz plan sekansları, hızlı kurgu, slow motion kullanımı, dikkat çekici müzik tercihleri ve farklı bir mizansen anlayışı vardır. Özellikle yeni Hollywood döneminde sinemanın dilini ve görsel yapısını değiştiren öncü isimlerden biri olmuştur. Scorsese kamerayı adeta karakterin ruh haline göre hareket ettirir. "Goodfellas" filmindeki meşhur Copacabana plan-sekansı, izleyiciyi karakterin dünyasına, hatta zihnine sokar. Kamera, onun filmlerinde yalnızca hikayeyi anlatan bir araç değil, karakterin hislerini açığa çıkaran bir tekniktir de denilebilir.
Film müzikleri olarak da; Pop, rock ve blues parçalarıyla dönemin ruhunu yakalayan bir yönetmendir. Rolling Stones, The Who gibi grupların müziklerini kullanarak, karakterlerin duygusal dünyalarıyla bağdaştırmayı başarmıştır. Özellikle suç dünyasını anlatan filmlerinde müzik, sahnenin temposunu ve ruhunu belirleyen en önemli unsur olmuştur.
Özetle, Martin Scorsese sineması, yüzeyde şiddet ve suç gibi temaları işler gibi görünse de özünde bireyin psikolojisini, varoluşsal sancılarını, Tanrı ile olan hesaplaşmasını, günah ve kefaret arasındaki gelgitlerini işleyen filmler yapmıştır. Filmlerindeki karakterler, çoğunlukla ötekileştirilmiş, bastırılmış ya da yoldan sapmış modern toplumun çıkmaz sokaklarında kaybolmuş, affedilme ya da yok olma arayışındaki insanların trajik temsilleri gibidirler. Ama hepsi aynı soruyu sorar: “Kurtuluş mümkün mü?” Bugün hala aktif bir yönetmen olarak Martin Scorsese, 50 yılı aşan kariyerinde, yalnızca teknik anlamda usta bir yönetmen olmakla kalmamış, aynı zamanda Amerikan sinemasının da, vicdanı haline gelmiştir. Önümüzde ki günlerde, önemli filmlerini buradan anlatmak, incelemek üzere iyi seyirler…