CHARLİE CHAPLİN SİNEMASI-2

Abone Ol

Geçen haftaki Charlie Chaplin sineması yazımızın devamında bugün, onun en çok bilinen filmlerinden bazılarının konularından bahsedeceğiz. Bilindiği gibi sinema tarihinde çok az isim, Charlie Chaplin kadar kalıcı bir etki bırakmıştır. O sadece bir komedyen ve oyuncu değil, aynı zamanda sessiz sinema döneminde görsel anlatımı ustaca yansıtabilmiş bir yönetmendir de. Modernleşme, yoksulluk, ve insanlık vicdanı gibi derin konuları, hiçbir konuşma olmadan, evrensel bir mizahın içine yerleştirebilip, sergilemiş ender sanatçılardan biridir. Özellikle yarattığı “Şarlo” karakteriyle, yalnızca kendi dönemine değil, bugünlere de halen hitap eden zamansız bir kişiliktir. Geçen hafta da detaylı olarak bahsettiğim gibi Chaplin'in filmleri çoğunlukla fakirlik, adaletsizlik, toplumsal eşitsizlik, teknolojik ilerleme karşısında ezilen insan ve bireyin yalnızlığı gibi temaları kendine konu edinmiştir. Hem de bunu trajik değil, trajikomik bir dille yapmıştır. Örneğin en çok bilinen filmlerinden birisi olan; Modern Times (Modern Zamanlar, 1936) filmi buna en güzel örnektir.
Modern Times (Modern Zamanlar, 1936): Filmin hem yapımcısı, hem yönetmeni, hem senaristi hem de oyuncusudur. Endüstrileşmenin insanı nasıl mekanikleştirdiğine karşı yapılmış bir eleştiri filmidir. Mesela Şarlo’nun vidalara sıkıştığı, sürekli çalışmaya mahkum olduğu sahneler işçi sınıfının robotlaşmasını anlatan sahnelerdir. Fabrika çarklarında ezilen kişiler, Charlie Chaplin’in hem fiziksel mizahı hem de dramatik anlatımıyla gözler önüne serilmiştir. Sonunda da zaten ruhsal bir çöküntü yaşar. Charlie Chaplin burada görsel mizahı adeta bir toplum eleştirisine dönüştürmüştür. Fabrika sekanslarında çoğunlukla geniş planlar kullanarak, karakterlerin küçüklüğüyle makinelerin devasa yapısı arasında dramatik bir orantısızlık da kurmuştur. Kamera, neredeyse fabrikayla birlikte hareket eder gibidir. Mekanik zamanla insani gerçek zaman arasındaki çelişki, sadece mizahi değil, felsefi bir çatışma olarak da ortaya konmuştur.
The Kid (Yumurcak, 1921): Charlie Chaplin’in ilk uzun metrajlı filmlerinden birisi olan bu filmde, terk edilmiş bir çocuğu büyüten yoksul bir adamın öyküsü anlatılmıştır. Sevgi, sadakat ve toplumsal dışlanmışlık üzerine kurulu bu filmde, Chaplin’in çocuk oyuncu Jackie Coogan ile kurduğu duygusal denge, sessiz sinemanın en dokunaklı, duygusal anlarından olmuştur. Dar sokaklar, kimsesiz evler ve sosyal hizmet görevlilerinin soğuk yüzleri gibi detaylar da filmin genel atmosferini oluşturarak izleyiciyi olayın içine çekebilmiştir. Ayrıca küçük Jackie Coogan’ın oyunculuğu da, gözyaşını neredeyse gerçek bir duyguyla izleyiciye geçiren doğallıktadır.
The Gold Rush (Altına Hücum, 1925): Altın arayıcılarının hikayesini anlatan bu film, Şarlo karakterinin soğuk, yabani ve düşmanca bir ortamda hayatta kalmaya çalışmasını işlemiştir. Filmde hem absürt hem de normal anlar iç içedir; görsel olarak zorlu doğa koşulları, minyatür setlerle yaratılan dağ manzaraları, kar fırtınası içinde çaresizce savrulan karakterler vardır. Bu karakterler iç mekânlardaki sıcaklık ve dış dünyadaki tehdit arasında sıkışıp kalmış gibidirler.
City Lights (Şehir Işıkları, 1931): Bu film, sessiz sinemanın son büyük başyapıtı sayılabilecek kadar etkileyici bir filmdir. Kör bir çiçekçi kıza aşık olan ve onun ameliyat masraflarını karşılamaya çalışan Şarlo’nun hikayesi, yalnızca romantik bir durumu değil, aynı zamanda toplumun görmediği iyi kalpli yoksulların varlığının da bir hatırlatması olmuştur denilebilir. Charlie Chaplin bu filminde sessiz sinemanın olanaksızlıklarına rağmen çok başarılı bir performans sergilemiştir. Kamera kadrajları son derece başarılı olup, ışık kullanımı aracılığıyla, kör kızın dünyasıyla Şarlo’nun dünyası arasında bir metafor yaratmış gibidir.
The Great Dictator (Büyük Diktatör, 1940) Chaplin’in ilk sesli filmi, faşizme ve antisemitizme karşı bir başkaldırı niteliğindedir. Filmde hem acımasız diktatör Adenoid Hynkel’i hem de ona tıpatıp benzeyen Yahudi bir berberi canlandırmıştır. Bu ikili karakter yapısı, gücün sahte yüzüyle insanlığın gerçek yüzü arasındaki farkı yansıtmak için kullanılmıştır. Finaldeki meşhur konuşma sahnesi ise kameranın neredeyse hiç hareket etmediği ama sözcüklerin ve yüz ifadesinin her şeyi taşıdığı bir sinema planı olmuştur. Adenoid Hynkel zannedilen berberden Avusturya'nın işgaline karşın bir konuşma yapması istenir. O da tüm dünyayı barışa çağıran bir konuşma yapar.
Filmlerinden de görüldüğü gibi, onun sineması, bugünün dijital ve efektif
dolu dünyasında bile hâlâ güçlüdür; çünkü insanı anlatır. Yalnız kalan ama yılmayan, gülerken gözleri dolan, sevgiyi bir çiçek gibi taşıyan insanı… Ve bu anlatı, kelimelerle değil, sinemanın en saf haliyle sadece görselliğiyle yapılmıştır. İyi seyirler...