CASİNO

Abone Ol

Birçok filme konu olan Las Vegas'ın, çölün ortasında yükselen ışıklarıyla göz kamaştıran kumarhaneleri, devasa otelleri ve 24 saat hiç bitmeyen eğlencesiyle 20. yüzyılın en büyük hayallerinden biri haline geldiği bilinir. Ancak Martin Scorsese’nin bu filmi, bu hayalin arka yüzünü, kumar masalarının ardındaki ihanetin ve açgözlülüğün nelere yol açtığını ve parıltılı vitrinlerin arkasındaki çürümüşlüğün hikayesini anlatıyor. 1990’da Goodfellas ile suç ve mafya dünyasına yeni bir soluk getiren Martin Scorsese, bu kez daha geniş bir konuya el atıyor. Las Vegas’ın mafya kontrolünde olduğu 1970’leri anlatırken hem bir aşk üçgeni, hem de bir imparatorluğun yükseliş ve çöküş hikayesini perdeye taşıyor. Robert De Niro, Joe Pesci ve Sharon Stone’un etkileyici oyunculuklarıyla da güçlenen film, izleyiciyi üç saat boyunca etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor.

Filmin konusu, gerçek olaylardan esinlenen Nicholas Pileggi’nin "Casino: Las Vegas'ta Aşk ve Onur" kitabına dayanıyor. Ana karakter Sam "Ace" Rothstein (Robert De Niro), mükemmel analiz yeteneği ve iş zekasıyla mafyanın güvenilir adamı olarak Tangiers Casino’nun başına getiriliyor. Görevi, paranın doğru işletilmesi ve kârın mafyaya sorunsuz şekilde akmasını sağlamak. Sam işini disiplinle yürütürken, yanına eski dostu ama dengesiz yapısıyla her an sorun çıkarabilecek olan Nicky Santoro (Joe Pesci) geliyor. Nicky’nin görevi mafyanın gücünü temsil etmek: düzeni sağlamak, rakipleri sindirmek ve gerekirse şiddeti devreye sokmaktır. Hikâyenin üçüncü önemli ayağı ise Sharon Stone'un canlandırdığı Ginger McKenna karakteridir. Lüks hayatı seven, güzelliğiyle büyüleyen ama iç dünyasında kırılgan bir kadın olan Ginger, Sam’in hayatına aşkı olarak girer. Ancak Ginger’in geçmişten gelen bağımlılıkları, eski sevgilisi Lester ile olan kopmaz ilişkisi ve doyumsuzluğu, zamanla Sam’in düzenini sarsmaya başlar. Filmin ilerleyişi, bu üçlü arasında gelişen ihanet, çıkar çatışması ve tutku üzerine kuruludur. Las Vegas’ın ihtişamlı dünyası yavaş yavaş yerini yozlaşmaya, düşüşe ve kaçınılmaz trajediye bırakmıştır.

Film, birkaç temel tema üzerine kuruludur diyebiliriz. Birincisi filmde, kumarhane dünyasının sadece eğlence değil, aynı zamanda mafyanın düzenli bir kazanç kapısı olduğunu göstermesidir. İkinci olarak; Sam, Nicky ve Ginger arasındaki üçgen, dostluğun, aşkın ve güvenin hırs karşısında nasıl yok olduğunu, paranın olduğu yerde ihanet ve yozlaşmanın da kaçınılmaz olduğunu göstermiştir. Bir diğer tema da Las Vegas'ın aslında filmin merkezindeki bir metafor oluşudur. Bu şehrin parıltılı yüzünün ardındaki yolsuzluk, şiddet ve çürümüşlük, Amerikan rüyasının aslında bir illüzyon, bir kandırmaca olduğudur. Martin Scorsese filmlerinde, sıkça gördüğümüz gibi yükselişin arkasından mutlaka bir düşüş gelir. Casino filminde de yine bu döngü büyük bir ustalıkla işlenmiştir.

Bu film hakkında eleştirmenlerin yaptıkları olumlu eleştirilerde Robert De Niro ve Joe Pesci’nin performansları etkileyici bulunsa da, asıl övgüyü Sharon Stone almıştır. Onun canlandırdığı Ginger karakterinin trajik yönünün izleyicilere başarıyla yansıtılması beğenileri toplamıştır. Ayrıca filmde Las Vegas’ın görselliği, müzikleri ve dönemin atmosferinin başarıyla canlandırılması da filmi unutulmaz kılmıştır. Olumsuz olarak da bazı eleştirmenler, filmi Goodfellas’a fazla benzeterek; yine mafya, yine ihanet, yine bir yükseliş ve düşüş hikayesi olduğu için bir tekrar gibi göründüğünü söylemişlerdir.

Özetle film, bir suç filmi olmanın ötesinde, ihtişamı ve parıltının ardındaki çürümüşlüğü anlatmasıyla güçlü bir yapım olmuştur. Ace, Nicky ve Ginger’in hikayesi de yalnızca Las Vegas’a özgü bir trajedi olarak değil; insanın zaaflarıyla, hırslarıyla ve sadakatsizlikleriyle örülmüş evrensel bir anlatıdır. Çünkü ne şehirler, ne kumarhaneler ne de mafya yapıları kalıcıdır; kalıcı olan tek şey, insan doğasının zaaflarıdır ve Martin Scorsese bize, bu zaafların insanları nasıl şekillendirdiğini bir kez daha göstermiştir. İyi seyirler...