After Hours

Abone Ol

Martin Scorsese’nin yine suç dünyası, şiddet ve mafya filmlerinden farklı bir konuya yöneldiği 1985 yapımı filmidir. Yönetmenin daha sıra dışı ve deneysel bir çalışmasıdır da diyebiliriz. Kara mizah ile absürdün iç içe geçtiği, tek bir gecede geçen bu film, sıradan bir adamın şehirde kayboluşunu anlatmaktadır. O dönem için bu film Martin Scorsese’nin kariyerinde de bir dönüm noktası niteliğindedir. “The Last Temptation of Christ” projesi ertelenince yönetmen, New York’un tuhaf gece hayatını anlatan bu hikayeye yönelmiştir. Böylece ortaya temposu yüksek, atmosferi karanlık ama mizahi olarak dolu bir film çıkmıştır. Senaryosunu Joseph Minion'un yazdığı filmde; Griffin Dunne, Rosanna Arquette, Verna Bloom, Thomas Chong, Linda Fiorentino, Teri Garr, John Heard, Cheech Marin, Catherine O'Hara gibi oyuncular rol almışlardır.

Filmin detaylı konusu ise şöyledir; gündüzleri sıradan bir masa başı işi yapan Paul Hackett’in hayatının bir gecelik macerası anlatılmıştır Paul, bir kafede tanıştığı Marcy isimli genç kadınla buluşmak üzere SoHo’ya gider. Ancak işler daha en başından itibaren ters gitmeye başlar. Parası kaybolur, taksi yolculuğu kötü biter, anahtarı kaybolur, kapılar yüzüne kapanır. Paul her köşe başında yeni bir engelle, yeni bir karakterle karşılaşır. Aşırı kıskanç sevgililer, şüpheci barmenler, eksantrik sanatçılar, hatta peşine düşen bir linç kalabalığı. Bütün gece boyunca tek isteği evine dönmek olan Paul, adeta kentin kâbus gibi karanlık sokaklarında ve evlerinde sıkışıp kalır. Film için tarz olarak tedirgin edici bir absürd komedi tarzıdır diyebiliriz.

Griffin Dunne'un canlandırdığı Paul Hackett karakteri filmin merkezindeki karakterdir. Sıradan bir ofis çalışanıdır, yer yer sinirlerine hakim olamayan ama özünde kimseye zararı olmayıp, sosyal olmaya çalışan iyimser bir karakterdir. Seyirci onunla birlikte bu labirentvari yolculuk yaşar. Rosanna Arquette'nin canlandırdığı Marcy Franklin karakteri de Paul’ün gecesini başlatan gizemli kadındır. Hem kırılgan hem de rahatsız edici yanlarıyla filmin kaosunu tetikleyen kişi olur. Teri Garr'nin canlandığı Julie karakteri ise tuhaf saç stiliyle dikkat çeken garip bir garson tiplemesidir. Paul’a hem yardım etmeye çalışır, hem de işleri daha karışık hale getirir. Aslında karakterlerin çoğu karikatürize ve gerçeklikten kopuk gibidir. Bu durum da,filmin atmosferine uygun bir şekilde, Paul’ün kendini yabancı hissettiğini seyirciye daha da hissettirmiştir.

Film için, temelde yabancılaşma, modern şehirde yalnızlık ve insanın kendi hayatının kontrol kaybı gibi temalar üzerine kuruludur diyebiliriz. Paul, SoHosokaklarında sürekli olarak ait olmadığı bir yerde olduğunu hisseder. Film boyunca da kaybettiği şey, sadece zamanı değil, aynı zamanda kontrol duygusudur da.

Şehir, sanki onu yutmaya çalışan canlı bir organizma gibidir. Ayrıca, bu şehirdeki gündüz ile gece arasındaki keskin fark da izleyiciye açık bir şekilde gösterilmek istenmiştir. Gündüz sıradan ve düzenli görünen hayat, gece olduğunda kaotik vetedirgin bir boyut kazanır. Paul’ün yolculuğu da, bir bakıma modern insanın şehirle olan çatışmasını simgeler niteliktedir. Bu nedenle karakomedi tarzı bir film olsa da alt metni güçlü bir filmdir diyebiliriz.

Film Martin Scorsese’nin en deneysel ve sürükleyici işlerinden biri olarak görülmüştür. Film hakkında eleştirmenler tarafından getirilen yorumlar genelde olumludur. Pek çok eleştirmen tarafından film. “şehirde tek bir gecelik kabus” atmosferini başarıyla kurduğu için ilgi toplamış ve Griffin Dunne’ın oyunculuk performansı da, sıradan bir adamın giderek artan çaresizliğini inandırıcı şekilde aktardığı için beğenilmiştir. Film görsel olarak da kabus atmosferini ve tedirgin edici havayı başarıyla yansıtmıştır. Ayrıca, Cannes Film Festivali’nde Martin Scorsese’ye En İyi Yönetmen Ödülünü de kazandırmıştır.

Film aslında Martin Scorsese’nin sinemasında, gözden kaçırılan çok da bilinmeyen ama yönetmenin anlatı çeşitliliğini gösteren bir filmdir bence. Hem absürd bir komedi, hem de modern şehir insanının başına gelebilecek olaylara dair bir hikayedir diyebiliriz. Özetle film, gündelik hayatın sıradanlığından kaçmak isterken,kendini daha da karmaşık bir kabusun içinde bulan modern bir adamın hikayesidir. Martin Scorsese, bu filmle New York’un hem çekiciliğini hem de ürkütücü yanını absürd bir şekilde izleyicilere göstermek istemiştir. Gülünç olduğu kadar tedirgin edici de olan film, seyirciyi bazen rahatsız eder niteliktedir. Paul Hackett’in gece boyunca başına gelenler, aslında hepimizin hayatında bir şekilde deneyimlediği, kontrolü kaybetme hissinin abartılı, kara mizah dolu bir anlatımıdır diyebiliriz. Sabah olduğunda, Paul yeniden ofis masasına döner; yani film, kaotik bir kabusun sonunda düzene dönüşle biter. Fakat izleyicide geriye şu duygu kalır; modern hayatın içerisinde en az o kaotik gece kadar absürt olaylarda yaşanmaktadır. İyi seyirler...