Bir önceki yazımızda Türkiye’nin karadaki değişen savunma doktrinini yazmıştık. Afrin, Zeytin Dalı gibi Barış Pınarı Harekâtı da Türkiye’nin yeni konseptini yani tehdidi sınırlarının ötesinde karşılamaya en iyi örneği temsil ediyordu. Bugünkü yazımızda ise Strateji uzmanı zer Çetinkaya ile sohbete devam edeceğiz ve denizlerdeki değişen konsepti irdeleyeceğiz. Öncelikle tarihi bir anımsatmaya ihtiyaç var: Deniz aşırı bir imparatorluk olan Osmanlı, gemileri Haliç’e hapsedilmiş ve donanması olmayan bir devlet olarak 20. yüzyıla girdi. Bahriye’nin bu karanlık yıllarında Türk Devleti 1878’de Kıbrıs, Doğu Rumeli, Karadağ, Romanya ve Teselya’yı kaybetti. Üç yıl sonra Tunus, 1882’de Mısır, 1897’de Girit, 1908’de Bulgaristan ve Bosna Hersek, Osmanlının elinden çıktı. 1911 Trablus Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları sonunda ise Libya ve Yunanistan’ın tamamı ile Ege adaları kaybedildi. Türk Devleti, Anadolu’ya hapsedildi. Birinci Dünya Savaşı’nda itilaf donanması Çanakkale’ye denizde hiçbir mukavemetle karşılaşmadan geldi ve Osmanlı anakarasına asker çıkardı. Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa önderliğinde büyük bir zafer kazanan Türk ordusu, Ege kıyılarına kadar gidebildi ve donanması olmadığı için Ege adalarını geri alamadı. Sonuçta Ege sorunu bugüne miras kaldı. Ancak bunun da ötesinde İstanbul ve Çanakkale gibi dünyanın en önemli iki suyolunu kontrol eden Türkiye, Ege’ye çıkışta her dönem sorunlar yaşadı. Batı kıyılarının dibindeki Yunan ada ve kayalıkları, Türkiye’nin güvenliğinin yanı sıra hak ve çıkarlarına engel oluşturdu. Özer Çetinkaya’ya göre, 90’lı yılların ortasıyla birlikte değişen jeopolitik öncelikler ve savunma doktrini, denizlerdeki bu kuşatmanın yarılmasını zorunlu hale getirdi. Tıpkı karada olduğu gibi, Türkiye’ye yönelik tehditleri kıyılarından mümkün olduğunca uzakta karşılama kararlılığı belirleyici oldu. Üstelik Ege’de Yunanistan’ın elinde bulundurduğu denizaltılar (özellikle Tip 214’ler) Türk Donanması için ciddi bir risk oluşturuyordu. 1996 yılı başında yaşanan Kardak krizi, alarm niteliği taşıyordu. İlk yerli gemi inşa fikri, 1996 yılında bu şartlar altında ortaya atıldı. Hazırlık ve ön çalışmaların ardından 15 Şubat 2000 tarihinde Savunma Sanayii İcra Komitesi kararıyla MİLGEM Projesi resmen başladı. Milli imkânlarla inşa edilen ilk korvet olan TCG Heybeliada F-511 borda numarasıyla Preveze Deniz Zaferi’nin yıldönümü ve Deniz Kuvvetleri Günü olan 27 Eylül 2011’de hizmete girdi. İkinci korvet olan TCG Büyükada (F-512) 27 Eylül 2013’te donanmaya teslim edildi. Üçüncü gemi TCG Burgazada (F-513) 4 Kasım 2018 tarihinden itibaren hizmete girdi ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde görev yapmaya başladı. Dördüncü ve son korvet olan TCG Kınalıada ise 3 Temmuz 2017’de denize indirildi ve test aşamasına geçildi. Eylül 2019’da da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na teslim edildi. Özer Çetinkaya’ya göre, TCG Kınalıada’nın Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na teslimi, milli bir proje olmanın ya da teknolojik gelişmelerin ötesinde jeopolitik anlamlar taşıyor. Zira Türkiye, adalar dışında 8 bin 333 km kıyıya sahip, dört deniz tarafından çevrelenmiş bir ülke. Türkiye’nin 783 bin 562 kilometrekare olan kara yüzölçümüne karşı, Karadeniz ve Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinin toplam alanı 361 bin 9 kilometrekare. Petrol ve doğalgaz yataklarının yanı sıra stratejik boru hatlarının da geçtiği Türkiye’ye ait bu bölge, kara yüzölçümünün yüzde 46’sı kadar bir alana tekabül ediyor. Bütün bu alanlar küresel rekabetin yoğun olarak yaşandığı Afro-Avrasya bölgesinin merkezindeki jeopolitik etkileşimlerin tesirlerine açık kritik bir coğrafyada bulunuyor. Dünya ekonomisinin motoru haline gelen Asya, doğal zenginlikler ile büyük güçlerin gözünü çevirdiği Afrika ve Avrupa’nın kesiştiği bir coğrafyada bulunan Türkiye, tüm bu küresel ölçekli gerilimlerden doğrudan etkileniyor. Başka bir anlatımla Çin’in Bir Kuşak Bir Yol (OBOR) projesi kapsamında Aden Körfezi’nden Kızıldeniz’e oradan Doğu Akdeniz’e açılan Deniz İpek Yolu’nda Türkiye ve Kıbrıs kritik bir kavşak. Deniz İpek Yolu üzerinde yer alan Somali Havaalanı’nın işletmesini Türkiye yürütüyor ve aynı bölgede sürekli Türk Deniz Gücü bulunuyor. Ayrıca 99 yıllığına Kızıldeniz’de kiralanan Sevakin Adası’na askeri üs kurma çalışmaları devam ediyor. TPAO, MTA ve Tarım Bakanlığı’nın Afrika’da yaptığı uzun vadeli antlaşmalar Türkiye’nin harekât yarıçapını genişletmesine neden oluyor. Dolayısıyla Türkiye, millî güce dayalı etkin bir kuvvet yapısına erişmek için kat ettiği ciddi mesafe ve harp gemisi dizayn ve inşası ile kritik sistemlerin tedarikinde dışa bağımlılığı azaltma istikametinde yaptığı atılımlarla yeni savunma doktrininin etkinliğini artıyor.
Editör: TE Bilisim