Kadın olmak, artısı ve eksisiyle var olabilmek... Güçlü olmak ve dimdik durmak adına daha fazla çaba sarf etmek. Peki ya Türkiye'de kadın olmak? Bu soruyu getirileri ve götürüleriyle ele aldığımda ne yazık ki bu terazide götürüleri daha ağır basıyor. Aslına bakacak olursak bu cinsiyetçi tutum çocukluktan başlıyor. Erkek çocukları eğitim alanında son derece desteklenirken, kız çocuklarına ev işleri yüklenip bu anlamda kişisel gelişimlerine, kendilerine olan güvenlerine en önemlisi geleceklerine sekte vuruluyor. Aslına bakılırsa bu tek taraflıda olmuyor. Bilinçsiz annelerin bu anlamda ''Oğluma hiçbir iş yaptırmam'', ''Erkek adam ev işi yapmaz'', ''Sen otur ben getiririm.'' söylemleri zamanla erkeğin bilincine yerleşiyor ve bunun sonucunda etrafındaki kadınlara da böyle davranmaya başlıyor. Bunu ergenlik çağında yaşanan olaylarda izliyor. Misal; erkek çocuğuna şatafatlı, gösterişli büyük sünnet düğünleri düzenlenirken, kız çocuklarının ergenliğe geçiş dönemi utançla karşılanıyor. Aslına bakacak olursak bu sorun çocukluk  döneminde başlayıp bir zincirin halkaları gibi iç içe geçip devamını sağlıyor. Türkiye'de kadın olmak, her an korkuyla yaşamayı beraberinde getiriyor. Bazı hasta ruhlu olan ve kişilik sorunları yaşayan  erkeklerle beraber olunduğunda kadın, bastırılan, şiddete mazur kalan, küçümsenen, aşağı çekilmeye çalışılan taraf oluyor. Kadınlar sadece fiziksel şiddete  değil bu anlamda her türlü sözlü- psikolojik şiddete ve baskıya da mazur kalıyorlar. Bu anlamda çalışma hayatlarında mobbingle sık sık karşı karşıya kalıyorlar. Örneğin; kendisiyle aynı işi yapan erkekten daha az maaş almak zorunda kalmak ve iş görüşmelerinde ''Evlenmeyi düşünüyor musun?'' sorusuyla muhatap olmak gibi... Trafikte sıkıştırılmak, iş yaşamında ikinci plana atılmak, sokakta yürürken bile her an tedirgin olmak, cinsel istismara uğramak, cinsel obje olarak görülmek, kendi kararlarını alamamak, kendi seçimlerini yaşayamamak bu anlamda bastırılmak, aşağı çekilmek kadının kaderi değildir, olmamalıdır. Bu anlamda hepimize belli başlı görevler düşmektedir ama en önemli görev kadınlara düşmektedir. Gelecek nesilleri büyütecek ve yetiştirecek olan annelere cinsiyet ayrımına gidilmemesi gerektiği öğretilmeli ve bu anlamda yapılan yanlışların örtbas edilmesi değil tamamıyla ortadan kalkması adına '' toplumsal bir bilinç'' ve ''eğitim'' şarttır. Bunun yanında kadına ve aileye yönelik devlet politikasının daha iyi şartlarda devreye sokulması ve sivil toplum kuruluşlarına düşen sorumluluk artmaktadır. Artık, ''Ben bilmem beyim bilir'' zihniyetinden çıkıp, kendi benliğini oluşturmanın ve ''Senin aklın ermez'' lafını alt etme zamanıdır. Bu anlamda Margaret Sanger'ın de dediği gibi ''Hiçbir kadın bilinçli olarak anne olup olmamayı seçene kadar kendine özgürüm dememelidir.''
Editör: TE Bilisim