Toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal ve kültürel olarak inşa edilmiş farklılıkları ifade eder. İnsanlar bu terimi sık sık duymasına rağmen anlamını tam olarak kavramakta sıkıntı çekiyor.

Çoğu kültürde aynı anlamda kullanılan, ayrımı Türkiye’de de henüz yeni yeni gerçekleşen cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramlarını, biyolojik ve toplumsal yönden tanımlamak mümkündür.

Cinsiyet, bireyin kadın ya da erkek oluşunun biyolojik, fizyolojik ve genetik boyutlarını ifade etmektedir. Temelde cinsiyet, kadın ve erkeğin biyolojik farklılıklarını ifade eder. Örneğin, bebeğin cinsel organına göre biyolojik cinsiyetinin ayrımı yapılır ve kimliğine işlenir. İngilizcede bu terim “sex” olarak karşılığını bulur.

Kişinin biyolojik cinsiyetine göre toplumun oluşturduğu ve günlük yaşamda kadın ya da erkek olmaktan bahsedilen kavram ise toplumsal cinsiyeti ifade eder. Bu terim ise İngilizcede “gender” olarak karşılığını bulur.

Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet terimleri, cinsiyetler arasındaki farkı anlamlandırma amacıyla kullanılan kavramlardır. Cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki anatomik farkı ifade ederken, toplumsal cinsiyet; kadın ve erkek arasındaki toplumsal inşa farkını ifade etmektedir.

Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder; kültürel bir yapıyı karşılar ve genellikle bireyin biyolojik yapısıyla ilişkili bulunan psikolojik özelliklerini de kapsar (Dökmen, 2010, s. 20).

Örneğin bir bebeğin erkek olduğunun öğrenildiği andan itibaren oluşturulan tüm düzen ve davranışlar toplumsal cinsiyetini şekillendirmeyi amaçlar. Böylelikle birey kadın veya erkek olmayı öğrenerek büyür. Cinsiyetlerine biçilen rolleri oynarlar ve yaşamlarını bu düzene göre şekillendirmek durumunda kalırlar.

Simone de Beauvoir cinsiyet ve toplumsal cinsiyet farkını, İkinci Cins (The Second Sex) adlı çalışmasında “kadın olarak doğulmaz, kadın olunur” şeklinde özetlemiş, cinsiyet oluşumunda çevrenin ne kadar etkili olduğunu vurgulamıştır. Kadınlar ve erkekler arasındaki farkların biyolojik koşullardan değil, kültürel koşullardan etkilendiğini ortaya atmıştır.

 Bu düşünceyle, kadınlarla erkekler arasındaki davranışsal ve psikolojik farklılıkların biyolojik ve genetik kaynaklardan ziyade, toplumsal ve kültürel öğrenilmişliklerle ilişkili olduğu fikri gelişmiştir. Kadın ve erkek arasındaki anatomik farklar dışındaki farkların biyolojik temelli olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Editör: TE Bilisim