Hepimizi içine alan, bizi birer yalnız ve mutsuz dev bireylere dönüştüren küresel bir teknoloji dünyasından bahsetmek istiyorum. Bu küresel teknoloji dünyası büyüdükçe biz bireylerin samimi ve sıcak dünyası küçülüyor. Nüfus artıkça, kalabalıklar çoğaldıkça, yalnızlığımız daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Ne kadar çoğalıyoruz o kadar yalnızlaşıyoruz. Çünkü teknoloji bizi daha büyümeden, sokakta kirlenmeden, bisikletten düşmeden, sobe oynamadan, mahalledeki camları kırmadan, tek kale maç yapmadan teslim alıyor… Aslında teknolojinin bize bulaştırdığı kronik bir hastalıktır yalnızlık. Tedavisi mümkün olduğu kadar mümkün olmayan hastalık.. Çağımızdaki yalnızlık, dünyada birçok savaşın yaşanmasına ve milyonlarca çocuğun ölmesine neden olan petrol, su kaynakları, toprak ve hammadde arayışları kadar önemli ve üzerinde durulması gereken bir konudur. Eskiden yalnızlık şairlere özgü bir kavramdı. Fakat zamanla yalnızlık şiirleri yazan, yalnız şairleri okuyan, kalabalıklara özgü bir hal aldı yalnızlık..O meşhur 24 Ocak kararlarının alınmasından 8 yıl sonra dünyaya gelen ve günümüzdeki yalnızlıktan payına düşeni sonradan alan birey olarak satırlarıma devam etmek istiyorum. Çünkü internetin daha yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı bir çocukluk döneminden bahsediyorum. Sokakta misket oynadığımız, tetris oyuncağımızı birlikte paylaştığımız çocukluk yılları.. Küresel dev teknoloji dünyasında gelişen teknolojinin en son uğradığı mekanlar, birincil ilişkilerin hakim olduğu köyler oluyor. Herkes yeni çıkan Ericson T10 cep telefonları ile şehirlerde özgürce konuşurken, biz köyde yaşayan bireyler ise kablolu sabit telefonların tadını çıkarıyorduk. Hiç unutmam; kablolu sabit hattın köyümüze taşındığı ve açıldığı ilk gün herkese bedava konuşma hakkı verilmişti. O gün dışarı çıkmadan köyün 80 hanesini aradığımı hiç unutmam. Çocuklar gibi şendik, köyde şenlik vardı. Teknoloji şenliği!! Şenliğin, zamanla nasıl büyüyeceğinden ve birer dev mutsuz bireyler yaratacağından habersizdik. Olsun, mutluyduk. Mutluluk gözlerimizden hiç eksik olmazdı. Kocaman beton yığınlarına dönüşen, dev teknoloji dünyasında mutluluğumuz gasp edildi. Ne kadar çok arar olduk o sihirli kavramı. Her mekanın kendine özgü bir birleştirici ve bütünleyici gücü vardır. Bu birleştirici gücün en önemli aracı sobadır. Doğal gazın yaygınlaşması ile birlikte sobalar birer kültür göstergesi haline geldi. Patatesin pişirildiği, koyu sohbetlerin yaşandığı, birbirimizi dinlememize olanak sağlayan ve bizi hem ruhen hem de fizikken ısıtan sobalardan bahsediyorum. Yerel haber yapan bir muhabir olarak Kışın gelmesi ile birlikte Sobacılar Çarşısı’na giderek Sobacı Ferhat Yazıcı ile görüştüm. Yazıcı, sobanın önemini şu cümlelerle anlattı: “İnternet, televizyon ve doğal gaz ile birlikte herkes kendi odasına çekilmeye başladı. Fakat bir yerde bir soba yansa herkes orada ısınmak için toplanır ve sohbet eder. Bu şekilde ilişkiler de sıcak tutulmuş olur. Soba ailevi ilişkileri etkiler hale geldi. İnsanlar bu ailevi ilişkileri daha da güçlendirmek için evlerinin bir köşesine soba kurmayı tercih ediyor.” Teknolojinin hayatımıza girmesi ve yaygınlaşması ile birlikte mutluluğumuzu, en önemlisi de özgürlüğümüzü kaybettik. Birer bağımlı birey haline geldik. Bağımlılık arttıkça yalnızlaşma arttı. Artan yalnızlaşma beraberinde yabancılaşmayı getirdi. Kendimize acılarımıza dahi yabancılaşan bireylere dönüştük. Ben, bu durumu hepimizin uykulu bir şekilde bindiği ve hareket halinde olan bir trene benzetiyorum. Teknoloji dünyası böyle bir dünya. Vakit geç değil, trenden atlayan uykudan da uyanmış oluyor..  

Editör: TE Bilisim