Meclis sözünün kamu hukuku literatüründe İngiltere’deki Magnum Concilium Regis’den doğduğu bilinmektedir. Avrupa’da son iki yüz yıl içinde, siyasal iktidarın daha yaygın bir kitle tabanına dayandığı, eşitleme, demokratlaşma ve merkeziyetçi eğilimlerin güçlendiği görüşmüştür. Örneğin, İngiltere’de Tudor Parlamentosuyla başlayan demokratlaşma süreci 1832 reformu ile devam etmiş ve Llyord George reformlarıyla(1906–1914) tamamlanmıştır. Meclis egemenlik anlayışından doğan bir kurum olarak, halk egemenliğinin temsil edildiği yerdir. Osmanlı Devleti’nde ise yönetim anlayışı farklı olup, İslam Devlet geleneğinden gelmektedir. Osmanlı Devleti’nde ilk meclis hareketleri Meşrutiyet fikriyle ortaya çıkmıştır. Osmanlı Devleti’nde, halkın yönetime katılma fikri, 1939’da başlamış, Meşrutiyetle belirmiş ve ilk uygulamalarına bu dönemde rastlanmıştır. Bu fikrin aydınlar tarafından benimsenmesinde Genç Osmanlılar (Yeni Osmanlılar) hareketi önemli rol oynamıştır. Şinasi ve Namık Kemal 1860’da altı kişilik bir grup oluşturmuş ve yaptıkları gizli toplantılar sonunda bir dernek kurmuşlardır. Zaman içerisinde hızla büyüyen ve üye sayısında artış olan bu dernek, Avrupa’da oluşan ve hürriyeti savunan komitelerden etkilenmiştir. “Genç İtalya, Genç Almanya” gibi kendilerine ‘‘Genç Türkiye’’ yakıştırması yapılmış ve bu söz, Osmanlı Türkçesinde de ‘‘Yeni Osmanlılar’’ olarak yer etmiştir. Genç Osmanlılar bundan sonra iyi bir şekilde organize olmuştu ve fikirlerini basın-yayın yoluyla aktarmaya başladı. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu’nda İslamcılık ve Osmanlıcılıktan sonra, ilk defa Türklük fikri konuşulmaya başlandı. Bu fikirler zaman içerisinde Türk basınında da yer etmiştir. Genç Osmanlıların çıkardıkları ilk gazete Hürriyet idi. Bunu daha sonraları Ulum, Muhbir, İttihat, İnkılâp, İbret… gibi gazeteler izledi. Anayasa çalışmaları, Mithat Paşa’nın sadrazam olmasıyla hemen başlatıldı. 23 Aralık 1876’da Kanun-u Esasi (Anayasa) devletin başkenti İstanbul’da ilan edildi. Mithat Paşa ve arkadaşlarının çabalarıyla11 oluşturulmuş olan 1876 Anayasasına dayanarak, Osmanlı Devleti’nin ilk parlamentosu olan Meclisi Umumi açılmıştır. 18 Mart 1877’de toplanarak çalışmalarına başlayan Meclis-i Umumi, Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kaynak teşkil eden seçim sistemini oluşturmuştur. Mebusan Meclisi’nin üye sayısı her 50.000 Osmanlı vatandaşına bir mebus düşecek şekildeydi. 18 Mart 1877’de çalışmalarına başlayan bu meclis, 28 Haziran1877’de Osmanlı Rus Savaşı’nın patlak vermesi üzerine feshedilmiştir. 23 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faaliyetleri neticesinde, Kanun-ı Esasi yeniden yürürlüğe konularak, II. Meşrutiyet ilan edildi. II. Meşrutiyet döneminde, Kanun-u Esasi ile ülke yönetiminde birtakım değişiklikler yapılmıştı. 17 Aralık 1908 günü parlamento açıldı ve Meclis-i Mebusan üçüncü kez yeniden göreve başladı. Meclis Başkanlığına getirilen Ahmet Rıza yaptığı teşekkür konuşmasında; ‘‘Egemenliğin topluma geçtiğini, II. Meşrutiyetin ilanı ile ulusal egemenliğin güçleneceğini ve bundan böyle padişahın iradesinin değil de, Milli İradenin topluma egemen olacağını’’ duyuruyordu., 18 Ocak 1912’de meclis dağıtıldı. Genel seçimlere gidildi ve İttihat ve Terakki’nin yoğun baskılarından dolayı tarihe ‘‘Sopalı Seçimler’’ olarak geçen seçimlerde seçilen 270 mebustan yalnız 6’sı muhalifti. 1912’nin ilk aylarında I. Balkan Savaşı patlak verdi. Balkanlardaki huzursuzluklar iyice artmıştı, Büyük Devletler Osmanlı Devleti’nden Edirne’yi istediler. Bunu önlemek isteyen İttihatçılar 23 Ocak 1913 günü İttihatçılar Babı Ali baskını’nı gerçekleştirdiler. Büyük bir kalabalık halinde Edirne için sloganlar atarak Bab-ı Ali’ye doğru yürüdüler. Enver Paşa’nın başını çektiği olayda Kamil Paşa Hükümeti istifa ettirildi. Bundan sonra Mahmut Şevket Paşa sadarete geçti. Çok geçmeden, II. Balkan Savaşı patlak verdi. Millî Mücadele Döneminde Millî Hâkimiyet Fikri ve Parlamento Çalışmaları I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkarak barış antlaşmaları imzalayan büyük devletler, Osmanlı İmparatorluğu ile imzaladığı mütarekenin 7. maddesine dayanarak ve çeşitli bahaneler öne sürerek, 1 Kasım 1918’den itibaren Musul, İskenderun, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı daha sonrada Anadolu’nun çeşitli bölgelerini işgale başladılar. İstanbul’da sarayın ve hükümetin bu olaylara çaresizlik içerisinde sesiz kalışı işgalleri daha da hızlandırmış, halkın can, mal ve namus güvenliği kalmamış, düşman İstanbul’u tamamıyla sarmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın teslimiyetçi olarak nitelendirdiği, Türk aydın ve idarecilerinin kurtuluş yolu olarak ortaya koydukları çarelerin birincisi İngiliz himayesini talep etmek, ikincisi Amerikan mandasını talep etmektir. Bu iki nevi karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün halinde muhafazasını düşünenlerdendir. Üçüncü karar mahalli kurtuluş çarelerinden ibarettir. Mustafa Kemal Paşa ise kendi fikrini şu şekilde ifade eder; “ Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız yeni bir Türk Devleti kurmak, işte daha İstanbul’dan çıkmadan düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.’’ Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1929’da Samsun’a çıktıktan sonra Anadolu’daki ilk faaliyetlerine Samsun’da başlamış, silah arkadaşları ve mülki amirler ile iletişime geçerek, Sivas ve Erzurum’da kongreler yapmak istediğini belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs 1919’da Havza’ya geçmiş, temaslarına burada devam etmiştir. Havza’da düşman işgalini kınayan coşkulu mitingler düzenlenmiş, en ücra kasaba ve köylere kadar bu hareket genişletilmeye çalışılmıştır. Bu sırada mitinglerde her türlü saldırının silahla önlenmesi gerektiği üzerinde durularak, milli mücadelenin silahlı yapılacağı yönünde kamuoyu oluşturulmuştu. Havza’dan Amasya’ya geçen Mustafa Kemal Paşa, Saraydüzü’nde bayram coşkusuyla karşılandı. 21-22 Haziran gecesi yaveri Cevat Abbas Bey’e Amasya Genelgesini yazdırmış, bunu bütün sivil ve askeri makamlara göndermiştir. Bu genelge Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Rauf Bey (Orbay), Refet Bey (Bele) tarafından imzalanmıştır.

Editör: TE Bilisim