Değerli Okurlarım; Belki bugünkü yazı başlığımı gören ve beni tanıyan bazı okurlarım soykırım hususunda bir makale ile karşınıza çıkmamı yadırgamış olabilirler. Bu nedenle hemen yazımın başında belirtmeliyim ki ABD Senatosunun 12 Aralık 2019 tarihinde aldığı, ceddimizin 1915’te Anadolu’da yaşayan Ermenilere soykırım uyguladığını iddia eden kararını bir VATAN SORUNU olarak görüyorum ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yolunda onurla giden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak “söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır” bilinciyle bu yazıyı kaleme almayı daha uygun gördüm. Şöyle ki; aslında bu haftaki yazımın konusunu sosyal medyada geniş yer bulan Ankara’nın toplu ulaşım sorunlarına ayıracaktım ama ABD Senatosunun kararı bahsini ettiğim yazıyı bir hafta ertelememi gerektirdi, yani “otobüs sorunu” vatan sorunun karşısında teferruatta kaldı. Değerli Okurlarım; Her şeyden önce belirtmeliyim ki, ABD Senatosunun kararı uluslararası anlaşmalara ve uluslararası hukuka aykırıdır. Şöyle ki; BM Genel Kurulu, “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına dair 09 Aralık 1948 tarihinde aldığı 260 A sayılı karar“ ile soykırım meselesini insanlığa karşı işlenen suç saymıştır. BM’nin bu kararı aslında bir uluslararası geçerliliği olan bir kanundur ve bu karar tüm ülkeler için bağlayıcıdır. Evrensel hukuk normlarına göre de bir konu ancak kanun çıktığı ve yürürlüğe girdiği tarihten sonra bağlayıcıdır. Bu çerçevede; BM kararı 1948 tarihinden sonra işlenen insanlığa karşı suçlar hususunda bağlayıcı ve geçerlidir. O tarihten önceki olaylar 1848 tarihli BM Kararının konusu olamaz. Eğer böyle bir şey söz konusu olsaydı öncelikle ABD”nin kendisinin milyonlarca Kızıldereliye uyguladığı soykırımdan dolayı yargılanması gerekirdi. Ya da Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamlar nedeniyle Fransa’nın yargılanması gerekirdi. Hatta; olayı daha geriye götürürsek Haçlı Seferleriyle milyonlarca Müslüman’ı katleden tüm Avrupa halklarının yargılanması gerekirdi. BM”nin soykırımını insanlığa karşı işlenmiş suç olarak sayılmasına içeren kararı, 1948 tarihinden sonraki olayları kapsadığı için AHİM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) kamuoyunda “Doğu Perinçek kararı” olarak bilinen kararı 2017 yılında almış ve bu kararda hem 1915 olaylarının soykırım çerçevesinde değerlendirilemeyeceğine hem de o değerlendirme yapılsa bile 1915 yılında olan olayların 1948 yılında alınan BM kararının konusu olamayacağına karar vermiştir. Değerli Okurlarım; BM ve AHİM kararları ortadayken, ABD Senatosunun 12 Aralık 2019 tarihli sözde “Ermeni Soykırımının tanınması” içerikli kararının Uluslararası Hukuka aykırı olduğunu ve hatta ABD Senatosunun bu kararın bir emperyalist yalan olduğunun altını çizmek isterim. Değerli Okurlarım; Soykırımının insanlık dışı bir olgu olduğunu dünya halkaları ancak 1848 yılında görmüşken, bizim ceddimiz masum insanlara zulmün karşısında olmuş ve bunu “töre” olarak kabul ederek tarihinin her döneminde istisnasız olarak uygulamıştır. Bu töre; yüce dinimiz İslamiyet ile de bütünleşerek Mevlana’nın “barış içinde birlikte yaşama” felsefesine ve Hacı Bektaşi Veli’nin “düşmanının da insan olduğunu unutma” öğretisine dönüşmüştür. Bir Karslı olarak 1915’te yaşanan olayların mağduru olmuş bir bölgenin evladıyım. Ermenilerin O tarihte yaptıkları katliam ve zulümlere bizzat maruz kalan ailelerden biri de benim dedelerimdir. Dedelerime zulüm eden, dedelerimizi, ninelerimizi çocuk, yaşlı demeden katleden Ermeni Taşnak Çeteler; 1. Dünya Savaşında Ruslara karşı savaşan ordularımızı da arkadan vurarak zayıf düşürmüşlerdir. Hatta bu çeteler Erzurum’da yerleşik Şark Ordumuza giden ve cephane ve askerin kışlık kıyafetlerini taşıyan katarlara saldırarak imha eden bu çeteler, askerimizin cephanesiz ve hatta çıplak bir şekilde benim de doğduğum kent olan Sarıkamış’tan adını alan Sarıkamış Harekatına başlanmasına sebep olmuşlar ve binlerce askerimiz soğuk kış şartlarında Sarıkamış ormanlarında donarak can vermiştir. Değerli Okurlarım; Ordumuzu arkadan vuran Ermenilerin bu kalleşliklerinin önüne geçmek için Osmanlı Hükümeti “tehcir” kararı almış ve karar çerçevesinde özellikle doğu ve Orta Anadolu”da yaşayan Ermeniler zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır ki bu da “vatan savunmamızın” bir doğal refleksidir. Bu göçler sırasında çıkan çatışmalarda ve salgın hastalıklar sebebiyle ölümler olmuştur ama bu ölümler Almanların Yahudilere yaptığı gibi planlı ve bir politika çerçevesinde yapılmış kıyımların neticesi değildir. Bu nedenle tehcir sırasındaki ölümlere hiç kimse soykırım diyemez. Değerli Okurlarım; Ancak; bu olayların, tüm ülkelerin arşivlerini açmaları çerçevesinde tarihçiler tarafından değerlendirilmesi sonucunda, emperyalist yalanlara inanan bazı dünya halklarının da bizimle aynı şekilde düşüneceklerinden kuşkum bulunmamaktadır. Bu bağlamda; sağcısıyla-solcusuyla, alevisiyle-sünnisiyle, Türküyle-Kürdüyle hepimizin; Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi çerçevesinde ve Kuva-i Milliye şuuruyla devlet yönetimimizin yanında durmamız şarttır. Çünkü “söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır”!!!(
Editör: TE Bilisim